25 Haziran 2011 Cumartesi

Döner Bıçaklarıyla Dalalım Abi!

Çok konuşuldu, çok tartışıldı. Kimilerine göre fazlasıyla ağır bir cezaydı; kimileri ise adaletin yerini bulduğunu düşünüyordu. Evet, Bursaspor’a Beşiktaş maçı öncesinde çıkan ve maçın iptaline neden olaylardan ötürü verilen cezadan bahsediyorum.

Kendi adıma ne düşündüğümü baştan söyleyeyim; ardından da nedenlerini yazayım. Ben Bursaspor’a verilen cezanın kesinlikle yerinde olduğunu düşünüyor; hatta olayları çıkaranlara verilecek bireysel cezalarla da durumun iyice pekiştirilmesi gerektiğini savunuyorum. Bir kısmınızın “Olayları çıkaran taraftar, hem de stad dışında oldu. Kulübün suçu ne? Dediğini duyar gibiyim. Şimdi gelelim o meseleye; kulübün suçu ne?

Taraftarlar ne için vardır? Taraftar kimliği hangi oluşum içindir? Kulüpler için. Yani taraftarlık olgusu bir takımı desteklemek için meydana gelmiştir.

Bir maçta olay çıktığı zaman kulübün seyircisiz oynama veya saha kapatma cezası alması, taraftarın cezasız kalmış olması anlamına gelmez. Sonuçta ceza kapsamındaki karşılaşmayı ya da karşılaşmaları izleyemeyecek olan yine taraftarlardır. Yani ceza kulübe kesilmiş gibi görünse de, zararın büyük çoğunluğunu taraftar görür. Ki zaten takımına gerçekten bağlı olan taraftarın da kulübüne ceza getirecek davranıştan kaçınması gerekir. Tabi ki bu yazdıklarım münferit olarak değerlendirilebilecek; yani binlerce kişinin arasındaki 5-10 kişinin yaptığı taşkınlıkları kapsamıyor.

Şimdi gelelim Bursa meselesine; olayı bir de Bursa özelinde değerlendirelim. Hayatımda bir kere, lisedeyken okul gezisi için gittim. Onun dışında bilmem Bursa’yı. Malum ligi takip ettiğimizden; Bursaspor ile Beşiktaş arasındaki gerginliği nedenleriyle birlikte biliyoruz. Bu durum Fenerbahçe taraftarı olarak beni ilgilendirmese de spor sever gözüyle baktığımda tabi ki hoş değil.

Onun haricinde anlatılanlardan bildiğim kadarıyla;

* Bursa insanların başka takımların formalarıyla rahatça dolaşamadığı, dolaştığında ise genellikle fiziksel tepkiye maruz kaldıkları;


* Büyük kulüplerin store açamadığı; açsa dahi camının çerçevesinin indirilmesinden ötürü apar topar kapatmak zorunda bırakıldığı bir şehir.

Genel durum böyle midir bilemiyorum; ancak bu tip durumların yaşandığını biliyorum, duyuyorum.

Bursa konusunu noktalamadan önce bilmeyenler için İstanbul’dan birkaç örnek vereyim.


* Ben ligin ilk yarısında Şükrü Saraçoğlu’nda oynanan Beşiktaş maçını Kadıköy’de, boğanın iki sokak üstünde seyrettim ve mekânın nereden baksanız dörtte biri Beşiktaşlı’ydı.


* 2 sene kadar önce yine bir Beşiktaş maçını Mecidiyeköy’de; arkadaşlarımla birlikte seyrettim ve formalarımız da üzerimizdeydi.


* Yine Kadıköy’de izlediğim bir Galatasaray maçından sonra iskelede üzerinde Galatasaray forması bulunan bir kadın taraftar gördüm.


* Ligin son haftasındaki Sivasspor maçını izlemek için Kadıköy’e gittiğimde yine iskelede, üzerinde Trabzonspor forması bulunan bir kadın vardı.


Diyeceksiniz ki bunlar alelade örnekler; hiç mi kavga çıkmıyor. Çıkıyor, ama daha çok maç günleri. Diğer günlerde bir sıkıntı olmuyor. Üstelik maç günleri için de 4 farklı örnek verdim.


Ben şiddetin kimin tarafından uygulandığı ayırt edilmeksizin “Şiddetle” cezalandırılmasından yanayım.


Ama sırf yukarıda saydığım 2 maddeden ötürü bana göre Bursaspor her türlü ibretlik cezayı hak ediyor. Bir halkın; kentinin takımına sahip çıkması çok güzel bir şeydir. Ancak başka takım taraftarlarına rahatça takımlarını destekleme hakkı vermeyen bir taraftar grubu ve taraftarını bu tip düşüncelerden arındırmaya çalışmayan bir kulüp de her türlü cezayı hak eder. Bursa özelinde yazıyorum fakat bu fikirlerim benzer durumların yaşandığı diğer şehirler için de geçerli.


Ve daha açık konuşayım; bana kalsa Bursa ve benzeri şehirlerdeki taraftarların aklının başına gelmesi için, bu şehirlerdeki spor karşılaşmalarını en az 2 sene süreyle durdurur; takımlarını tarafsız sahada oynatırdım. “Taraftar daha sert tepki gösterir” diyenler olabilir; cezayı katlayarak arttırırdım.


Sırf başka takım taraftarlarının coşkusuna, sevinçlerine izin vermedikleri için. Sırf arkalarındaki kalabalığa güvenerek tek yakaladıkları insanlara akılları sıra delikanlılık taslamamaları için. Taraftar olmadan önce insan olmayı öğrenmeleri için. Bunları söz konusu şehirlerde yaşayan tüm insanlar için söylemiyorum; hedefimdeki kesim belli. Fanatizmin suyunu çıkaranlar. İş yargı yoluyla olay çıkartanlara hapis cezası verilerek çözülse çok daha güzel olurdu ancak maalesef böyle bir şey yapılmadığı için görev federasyona düşüyor.


Ve artık Bursa ve o yapıdaki şehirlerde yaşayan taraftarların “İstanbul takımı” gibi saçma sapan bir kavramdan vazgeçmeleri ve her şehirde üç büyük takımın taraftarlarının bulunabileceğini kabullenmeleri gerekiyor. Çünkü;


Fenerbahçe İstanbul takımı değildir.


Galatasaray İstanbul takımı değildir.


Beşiktaş İstanbul takımı değildir.


İstanbul takımı dediğiniz İstanbulspor’dur, Sarıyerspor’dur, Kasımpaşaspor’dur. Ancak merkezleri, stadları İstanbul şehrinde olmasına rağmen üç büyüklerin hiç birisi yerel değildir. Büyüklükleri İstanbul’a sığmaz; İstanbul’la sınırlanamaz. Coşkuları sadece İstanbul’da yaşanmaz; şampiyonlukları ülke çapında kutlanır.


Anadolu takımlarına gönül veren tüm taraftarların artık bu durumun farkına varması, ve birlikte yaşadıkları insanların tercihlerine saygı göstermeleri dileğiyle;


Şiddetsiz kalın..(;

20 Haziran 2011 Pazartesi

Biz Neden Sektirmiyoruz?

Aslında bu yazıda ifade edeceklerim Türk futboluna özgü şeyler değil. Dünyanın her yerinde benzer, hatta daha ağır örnekleri olan bir konuda yazmak istedim. Ancak yapacağım değerlendirme büyük kulüpler bazında olacağı için burayla sınırlıyız.

 Konumuz ezelî rakiplerin kulüp değiştirmeleri, yani başka ezelî rakiplerine transfer olmaları. Ve bu konudaki son örnekler de Trabzonspor'dan Galatasaray'a transfer olan Selçuk İnan ve Ceyhun Gülselam.


Taraftarlar olarak illa ki bir şeylere duygusal bakıyoruz; bir futbolcuyu sahiplenirken onun "profesyonel" olduğunu, kazandığı parayla bir şekilde futbol sonrası hayatını kurtarması gerektiğini unutuyoruz. Ve dolayısıyla da bizde oynadıktan sonra rakibimize imza attığında kızıyoruz. Ancak ben seneler içerisinde şunu fark ettim ki tepki gösterdiklerimiz genellikle yerlerini doldurmakta zorlandığımız isimler. Yani gösterilen tepkilerdeki en büyük neden "kuyruk acısı".


Şimdi isterseniz örnekler üzerinden devam edelim; hangi takımın taraftarları, hangi futbolculara nasıl tepkiler göstermiş hatırlayalım.


Tümer Metin: Beşiktaş - Fenerbahçe


Emre Belözoğlu - Galatasaray - Fenerbahçe


Rüştü Reçber - Fenerbahçe - Beşiktaş


Tümer Metin'le başlayalım. Hatırlarsınız, Fenerbahçe'ye gelişi büyük olay olmuştu. Küfürleri, hakaretleri geçtim, olayı asker kaçağı olmaya kadar vardırmıştı Beşiktaş taraftarının büyük bir kesimi. Şimdi ben senelerdir Tümer konusunda tartıştığım her Beşiktaş taraftarına sorduğum soruyu yine soruyorum. 33 yaşına kadar askerlik yapmadan Beşiktaş'ta oynayan Tümer Metin; 2 günde nasıl kaçak durumuna düştü?  Böylesine saçma bir yorum nasıl yapılabilir? Ya da bu yönde pankartlar açan, sloganlar atan Beşiktaş taraftarları düştükleri aciz durumu hiç fark ettilermi? Geçelim.


Emre Belözoğlu; gelişine Fenerbahçe taraftarları dahi inanmakta uzun süre zorluk çekti. Galatasaray cephesinde ise hüzün ve öfke vardı. Kendilerinin de kadın akrabaları olduğunu unutan bir kısım haysiyet yoksunu maganda; Emre'ye her fırsat bulduklarında topluca küfürler etmekten geri durmadılar. Yolda tek başına gördüğünde imza isteyecek adamlar, Emre'ye milli takım kamplarında otobüse binerken uzaktan küfür ettiler. Para kazanmayı seçmesini bahane ettiler. Çoğunun ve çoğumuzun hayatımızda göremeyeceğimiz milyon avroları reddetmediği için suçladılar. Geçelim.


Ve Rüştü Reçber.. Fenerbahçe kulübünün 13 yıllık emektarı, kaptanı. Belki Fenerbahçe'den yüklü miktarda para kazanan ancak sayısız maçta da Fenerbahçe'yi kurtaran, aldığı parayı da kuruşu kuruşuna hak eden, biriydi. Kulübün adeta sembol isimlerindendi. Ne Galatasaray'da 4 sezon geçirmiş Emre'ye benzer; ne de 5 sene Beşiktaş'ta oynamış olan Tümer'e. Çünkü oynadığı zamanlar için Fenerbahçe demek, Rüştü demekti. Sakın bana "Tümer Türkiye'de başka takımda oynamam dediği halde Fenerbahçe'ye gitti diye kızıyoruz" demeyin. Rüştü'nün böyle bir demeç vermesine bile gerek yoktu; dile kolay 13 sene.


Ama gitti. Bir anda Beşiktaş'a imza attığını öğrendik medyadan. Şaşırdık, üzüldük, kimimiz tepki gösterdik. Ama bir gün olsun Kadıköy'de Rüştü'ye maç boyu topluca küfür edilmedi, yolda, şurda burda laf atılmadı. Evet kızdık, üzüldük ama yerini de doldurduk. Hani yukarıda bahsettiğim "kuyruk acısı" kavramı vardı ya; işte meselenin özü tam olarak budur.


Biz Rüştü'nün de, Nobre'nin de, Serkan Balcı'nın da, Kazım'ın da yerlerini bir şekilde doldurduk. Bizden gitmeleri ya da bizde oynamamaları futbolumuzu etkilemedi. Rüştü diğer örneklerin arasından sembol isim olması itibariyle sıyrılır, mevkisi dolsa da manevi yeri dolmaz. En azından buna saygı gösterdik.


Ama sizler her fırsat bulduğunuzda Tümer ve Emre'ye saldırdınız; medyaya yansıyan her olayda yargısız infaz yaptınız. Emre sakatlandığında "iyi olmuş" diyecek kadar ahlaksızlaştınız.


Şimdi eğer bu yazıyı sonuna kadar okuduysanız kendinize sorun; neden sizlerin Emre ve Tümer'e gösterdiğiniz tepki Rüştü'ye gösterilmiyor? Siz mi çok sevdiniz? Yoksa biz mi yeterince sevemedik.. Düşünün ve lütfen fikirlerinizi yazın..


Saygılarımla..

dipnot: bu yazı; futbol extra dergisi 2011 ağustos sayısının 21. sayfasında "hempenaltihemgol" rumuzuyla yayınlanmıştır.