28 Şubat 2012 Salı

Hangi Seyit, Hangi Hasan?

Duruşmaların ilk turu geride kaldı. 8 aydır merakla beklenen savunmalar ortaya çıktı. Halen Aziz Yıldırım’ın savunmasının tamamını okumadan sallayanlara laf anlatacak, cahille kendimizi yoracak değiliz. Savunmayı genel olarak zaten farklı bir yazıda da değerlendireceğiz. Ancak özel parantez açmadan geçemeyeceğimiz yerler var. Çünkü iddianamede öyle 2 yanlışlık var ki, davayı takip eden herkese pes dedirtiyor.

Bunlardan ilki, Karabükspor karşılaşmasıyla ilgili. İddia makamı Karabükspor karşılaşmasına yönelik iddialarını Emenike transferi ve Karabükspor camiasında etkili bir konumda olan Seyit İbrahim Kalender ile Fenerbahçe yöneticisi Şekip Mosturoğlu ve Avukat Sami Dinç arasında yapılan görüşmelere dayandırmış. Ancak işin tuhaf tarafı; Seyit İbrahim Kalender’in Karabükspor’la bırakın resmî ilişkiyi; herhangi bir şekilde manevî bağı dahi yok. Aziz Yıldırım da savunmasında buna değinmiş ve tüm Karabük halkını da şahit olarak göstermiş. Ayrıca da Türkiye Futbol Federasyonu çalışanı olan Seyit İbrahim Kalender’in Karabükspor genel menajeri Seyit İçgül’le karıştırıldığını belirtmiş.



Karabükspor maçıyla ilgili hatalar bununla sınırlı değil elbet, Emenike transferinin değerlendirilme biçimi de “mantık hatası” olarak karşımıza çıkıyor. Aziz Yıldırım savunmasında bu konuya açıklık getirirken “Transfer için onayımız vardı” diyen Karabükspor başkanının ifadesini kanıt olarak göstermiş. Yani Aziz Yıldırım özetle; “Emenike ile görüştüğümüzden Karabükspor’un haberinin olmaması zaten spor hukukuna göre de suçtur. Ancak Karabükspor yöneticilerinin haberi olduğuna göre ya ortada suç yoktur, ya da bu suça Karabükspor yöneticileri de ortaktır. Suç yoksa neden bu maçla suçlanıyoruz, suç varsa neden Karabükspor yöneticileri suçlanmıyor?” demiş.

“Pes” dedirten bir diğer yanlışlık ise Fenerbahçe Spor Kulübü idarî menajeri Hasan Çetinkaya’yla ilgili. Çetinkaya’nın Gençlerbirliği karşılaşması için menajer Doğan Ercan’la bir takım görüşmeler yaptığı belirtiliyor. Ancak görüşmeleri kaydedilen Fenerbahçe Spor Kulübü’nden Hasan Çetinkaya değil; Doğan Ercan’ın ortağı olan ve İsveç’te yaşayan Hasan Çetinkaya. Yani Doğan Ercan’ın İsveçli 2 oyuncuyu Kayserispor ve Gençlerbirliği’ne satmak için ortağı olan Hasan Çetinkaya ile yaptığı görüşmeler; Fenerbahçe idari menajeri Hasan Çetinkaya ile yapılmış olarak değerlendirilerek iddianameye yerleştirilmiş.

İddianamedeki yanlışlık ve çelişkiler bunlarla da sınırlı değil tabi ki. Ancak kabul etmemiz gerekiyor ki, bunlar en çarpıcı olanlar. Özellikle dinlemeleri yapan emniyet ve iddia makamının aslında küçük araştırmalarla dönebileceği bu yanlışlardan dönmemiş olmaları da halkın gözünde kurumların güvenilirliğini zedeliyor.

Duruşmaların ilk turu; Şekip Mosturoğlu, Cemil Turan, Mecnun Odyakmaz, Bülent Uygun, Mehmet Yenice, Coşkun Çalık ve Ömer Ülkü’nün tahliyesiyle sonuçlandı. Sevgilisini öldürdüğü suçlamasıyla ceza evinde bulunan Cihan Oskay ve üst üste verdiği 2 yanlış maç ifadesiyle dikkat çeken gizli tanık Poyraz’ın da tanık olarak dinleneceği 26 Mart’taki duruşmayı merakla bekliyoruz.


Onur İNAL
#sanasozyinebaharlargelecek

26 Şubat 2012 Pazar

FM'de Kupa Alıp Aykut Hoca'ya Sallamak..

“Özer neden oynuyor?”
“Mehmet Topuz’un orada işi ne?”
“Ziegler’in yerine Özgür Çek oynasın.”
“Stoch nasıl oyundan alınır?”

Tepkiler genellikle benzer; kimi zaman ise ortak noktada buluşmak imkânsız. Kimi zaman ilk 11’i beğenmez, kimi zaman da değişikliklere takarız. Her şeyden sorumlu tutmak var bir de kadro haricinde. Verdiği hatalı paslar için mi, yoksa yatarak müdahale etmediği için mi kızacağız?

Hepsine eyvallah. Eleştiriye eyvallah, siteme eyvallah, serzenişe eyvallah. Kökten karşı olanlar var bir de. Konuyu hatalardan ziyade meslekî açıdan ele alıp “Hoca değil” yorumunda bulunanlar. Tepki göstermek gereksiz, aksine. Düşündüğümüzde zaten farkediyoruz Aykut Kocaman’ın hoca olmadığını. Ağabey, baba, basın sözcüsü, psikolog, taraftar ve direnişin sembolü, ne derseniz deyin. Biliyoruz bu sezon teknik direktörlükten başka her şeyi yaptığı için saçlarının ağardığını.



Peki eleştirinin, beğenmemenin ötesinde hakaret edeni ne yapacağız? Hatalarını hepimiz eleştiririz ancak küfredecek kadar insanlıktan çıkanı muhatap mı alacağız? FM oynarken 2 oyuncunuz sakatlansa şevkiniz kırılır, “ne yapacağım” diye kara kara düşünmeye başlarsınız. Oyuncuyu da geçtim; sakat bir sisteme karşı dik duran bir adama “Fenerbahçeli’yim” diyen küfrederse diğerlerine ne anlatacağız?

Konuşmak her zaman kolay da; hayatınızda kaç kere federasyon başkanının suratına karşı “Bizi küme düşürün” dedikten sonra takımın başında maça çıktınız?

Takım farka gittiğinde coşarsınız, peki kaç kere 4. golden sonra saha kenarında “atıyoruz ama boşa mı gidecek bunlar” diye düşüncelere daldınız?

Taraftar olarak hepimiz kahrolduk. Ama ya tüm sezonu elindeki kadroya ve Şampiyonlar Ligi’ne göre planlamış bir hoca olsaydınız 24 Ağustos gecesi ne yapardınız?



Ruhsuzluğa kızın, ama en azından bu sene sakin olun ve taktik dehası kimliklerinizi, antrenörlük diplomalarınızı yavaşça yere bırakın. Futbolcuların mücadelesizliğini “bu mudur onur mücadelesi” diye eleştirin, ama “onur mücadelesi” üzerinden Aykut Hoca’ya sallamayın.

Çünkü Fenerbahçeli olmak, Aykut Kocaman’ın sıradan bir sözleşmeli personel değil; içimizden biri olduğunun farkına varmaktır.

Takım deplasmanda yenilgiye dayalı serîlere başlasa da en az O’nun kadar dik durmaktır.

Acıyla yoğruluyoruz, özgürlüğümüze kastedenlere, arkamızdan gaz bombası fırlatanlara, sürekli puan kaybeden takıma rağmen sabırlı olmaktır.

Ve Fenerbahçeli olmak; sadece galibiyetlerden sonra “Nasıl Koydu Aykut Kocaman” tezahuratıyla eğlenmek değil; 3 Temmuz’dan bu yana herkese koyan adama sahip çıkmaktır.


Onur İNAL
#sanasozyinebaharlargelecek

23 Şubat 2012 Perşembe

Sen Kimsin Altaylı?

Çok tepki gösterdik medyaya 3 Temmuz’dan bu yana, halen de gösteriyoruz. Ve çok bel altı vuruşa, yanlı manşete, linç kültürüyle bezeli habere maruz kaldık. Ağzıyla hacet gideren de gördük, kaleminden idrar akıtan da. Kimisi cemaatin tetikçisiydi, kimisi tiraj kaygısıyla kullandı Fenerbahçe’yi.

Ama sen farklısın Altaylı.

Tiraj kaygın olduğunu düşünsem de, en azından sana “birilerinin adamı” diyemem. Sabit durmuyorsun çünkü; rüzgârın gidişatıdır senin kalemine yön veren. Geçmişte sert ifadeler kullandığın insanlara bugünlerde “ağam, paşam” çekmen de bu yüzden.

Bu yüzdendir 2006’da devleti kazıklamakla suçladığın, hakkında “Galatasaray bu parayla kurtulacaksa hiç kurtulmasın daha iyi” şeklinde yazdığın Ünal Aysal’ın seçileceğini anlayınca “çekincelerim azaldı” demen.

Bu yüzdendir 2001’de “demokrasiyi şeriat durağında inilecek tramvay” olarak görmekle suçladığın Tayyip Erdoğan’ın artık suyuna gitmen. Wikileaks belgelerinde ortaya çıkan yurtdışı hesapları için “yalan olduğuna kalıbımı basarım” diyerek kefil olman. Yurtdışı seminerlerdeki tavrı hakkında “gurur duydum” demen. Toki Arena’da ıslıklandığında kendi taraftarına saydırma pahasına koruyup kollaman, daha sonra kendi taraftarına yaranmak için “ıslıklayan stada giremez” diyen Adnan Polat’ı “protesto hakkı” nedeniyle eleştirmen.



Dedik ya, sen farklısın. Ne fikirlerin net, ne de tavrın. Senin hakkında net olarak bildiğimiz şey ise, ebedî ve ezelî rakibimizin taraftarı olmandan ziyade ebedî ve ezelî Fenerbahçe düşmanlığın.

Hep birileriyle kıyasladık seni bu konuda, aslında yayınladığın o eşgal fotoğrafıyla zaten öne çıkmıştın. Ancak Habertürk’ün anasayfasındaki duruşma manşeti ve dünkü yazınla rakiplerinle arandaki farkı iyice açtın. Fenerbahçe’nin şerefli koltuğunu kirletmeye kimsenin hakkı olmadığını belirtmişsin; peki senin algılarına göre o koltuğu kirleten kişilere sahip çıkan Fenerbahçe taraftarını neden yağladın?

Kendini “cesur, bir şeylerin üzerine giden gazeteci” olarak addediyorsun belki de, eyvallah. Peki yazarken neden kıvırıyorsun? O eşgal fotoğrafını basmanla hak ettiğin sözleri sen bizden daha iyi biliyorsun. Buna rağmen ısrarla olayı başka yere çekiyorsun. 8 aydır sen ve senin gibiler tarafından linç edilen adam kendisini savunduğunda “o fotoğrafa giden işleri biz mi yaptırdık” diyorsun. Şimdi birisi sana canlı yayında sorsa “hangi işler” diye, “kem küm” edersin. Delikanlı gibi “şike yaptılar kardeşim” diyemezsin. Dedin diyelim, sen savcı mısın, hakim misin, ya da nesin?

“Sabıka kayıtları klasörleri dolduran adamlarla ne işiniz vardı” diye sormuşsun. O adamlarla o işlerin yapılıp yapılmadığına sen mi karar vereceksin? Onu da geçtim, yanlış olana biz de yanlış deriz pekalâ, ama sen diyemezsin. Gazetecilik görevindir, röportaj yaparsın anlarım.  Ama o yemekte ne yediniz bölücü başı’yla? Hani sen “klasörler dolusu sabıka”dan dem vuruyorsun ya; mezarlar dolusu insanın katiliyle ne işin vardı aynı sofrada?



“Gazetemi hedef gösterdiler” diyorsun; hedef göstermek ayrı, “gazete” tabirindeyim ben aslında. Ne acıdır ki, Habertürk’ü gazete, kendini de “gazeteci” sayıyorsun. Peki Alex De Souza’nın adını duyduğunda ne hissediyorsun?

Esiyorsun, gürlüyorsun. Lafa gelince mangalda kül bırakmıyorsun. Ancak Aziz Yıldırım savunmasında Türkiye gerçeklerini anlattığında “Tuhaf ifadeler” şeklinde başlık attırıyorsun. “Siyasi davaya çevirdi” diyerek aklın sıra dalga geçiyorsun. Fenerbahçe düşmanı olduğunu bilmesem seni suçlamam, sonuçta emir kulusun. 8 aydır linç edilen adam kadar dik duramıyorsun, korkuyorsun. Bir haber yapıyorsun, ardından gazeteye telefon bağlatamıyorsun. Santraldeki korkudan sesi titreyen kızların eteğinin altına saklanıyorsun.



Her ne kadar teröristin hasıyla muhatap olmuşluğun varsa da, terörist değiliz, taraftarız biz. Sen ve senin gibilere karşı savaşımızı demokratik çerçevede veririz. “Fenerbahçe düşmesin” martavallarıyla hayata geçirmek istediğiniz “Aziz Yıldırım'sız Fenerbahçe” projesini de iyi biliriz. Sürekli “ne zaman adam oluruz” diyorsun ya; sen ve türevlerini elbet bir gün o makamlardan indirip medyayı adam edeceğiz.

Son olarak, hani “külahları değişiriz” demişsin ya Altaylı; saplandığın bataklıkta bir de utanmadan tehdit etmişsin. Israr ediyoruz, değişmezsek hatrımız kalır.

Sen kimsin? 


Onur İNAL
#sanasozyinebaharlargelecek

17 Şubat 2012 Cuma

Hatun-ül Fenerbahçe!

20 Eylül 2011, hangimiz unutabiliriz ki?

O coşkuyu, binlerce kadının yanına çocuklarını da alarak saatlerce kuyrukta beklemesini, zor günlerde sevdasının peşine düşmesini, ve tüm bunları sadece 1 günde organize olarak gerçekleştirmesini hangi kelimelerle anlatabiliriz ki?

Evet, itiraf etmek gerekirse hepimiz olayın "geyik" kısmında da bulunduk. Başta "kısır" ve "ofsayt" olmak üzere tüm "hatunsal" muhabbetlere girdik. Ancak hepsi bir yere kadardı, çünkü yaşadığımız gurur, tüm bunların ötesine geçti.



Dünya medyasında yayınlanan haberler nedeniyle iştahlanan Ajax da yaptığı başvuru neticesinde 19 Ocak'taki cezalı olduğu AZ Alkmaar karşılaşmasını sadece kadın ve çocuk taraftarlar önünde oynadı. Cnn'den La Gazzetta Dello Sport'a kadar her yerde Fenerbahçe'nin kadınları anlatıldı, herkes hayranlıkla izledi.

Ve belki de en güzel yorum Globo Esporte'den geldi; "Dünyanın en güzel cezası Saracoğlu'nda yaşandı."

18 Şubat 2012; bir kere daha yaşayacağız bu gururu, bu görüntüleri. 2 bin civarı sayıyı zor toplayanların "Manisa maçında hava sıcaktı, hem tezahurat da yapamadınız" bahanelerine inat; Hatun-ül Fenerbahçe buz gibi havada, karda kışta yeniden tıklım tıklım dolduracak Mabed'i.



Tribün ahengi normal maçlardaki gibi olmasa da düşünmeyin hiç bu muhabbetleri. Senkronizasyon güzeldir, tezahurat iyidir ama yine de kasmayın kendinizi.

Çünkü asıl olay, tribün müdavimi olmaktan ziyade futbolla hiç ilgilenmediği halde orada bulunmaktır Fenerbahçe sevgisi nedeniyle.

Olay, "akşam yemeğini dışarıdan söyle, ben maça gidiyorum" demesidir bir kadının Mahmut Abi'ye.

Olay, 8 aydır boynunda iple dolaşan bir camiada cinsiyet kavramının çoktan aşıldığını bir kere daha anlatmaktır ele güne.

Hiçbir mecburiyeti yokken üst düzeyde destek vermektir zor günlerde.

18 Şubat, tüm "cemaat"lere inat destekteyiz yine cümbür cemaat.

Kaldırımda erkekler, Mabed'de Hatun-ül Fenerbahçe!


Onur İNAL
#sanasozyinebaharlargelecek

https://twitter.com/#!/pikuee

Aydınlar Bizi Gerçekten Kurtardı

Kurtarmak için geldi,

Kurtaracak,

Kurtarmaya çalışıyor,

Kurtarıyor..

Kronolojik sıralaması bu şekilde Mehmet Ali Aydınlar'a verilen tepkilerin. Lâkin Aydınlar gitti, derdi bitmedi. Bu sefer de "Fenerbahçe'yi kurtaramadığı için gitti" muhabbetleri başladı. Fenerbahçe'yi kurtarmak istediği iddia edilen adamın 7 ay boyunca uyguladığı tek somut yaptırımın da Fenerbahçe'ye karşı olması zaten muhabbetin saçmalığını anlatmaya yeter. Ancak yine de ısrarla anlamayanlar için, anlatalım.

Federasyon, Aralık ayı sonlarında iddianameyi ve 70 ek klasörü teslim aldı; 19 Ocak tarihinde Fenerbahçe'den savunma istedi.

Şimdi; klavyesinden köpükler saçılan arkadaşım. Anlat bana, kimin yönetimindeki bir federasyon tüm belgeleri teslim alıp inceleyerek savunma istemeden karar alabilirdi? Hangi federasyon eksik olduğu artık herkesçe bilinen bir etik kurulu raporuna göre herhangi bir takımı küme düşürebilirdi? Hangi federasyon yöneticisi işi aceleye getirip CAS kanadında kurumsal, adlî yargıda ise bireysel ve milyonlarca liralık tazminat davalarıyla karşılaşma riskini alabilirdi? Kısacası, bizi kurtarmak isteyen Aydınlar'ın yerinde kim olsaydı bu kararı verebilirdi?



"Şampiyonlar Ligi'nden men edilmek sizin iyiliğiniz içindi, şike kanıtlanırsa daha büyük ceza alırdınız" diyorsun meselâ. Biz temizliğimize inandıktan, ya da bu riski göze aldıktan sonra kime ne bizim iyiliğimizden? Aydınlar'a ne, seni sürekli yönlendirmeyi başaran gazeteci ağabeylerine ne, en önemlisi de sana ne?

Neden bizi düşündüğün kadar Trabzonspor'u düşünmüyorsun? Olur da sezon başından bu yana Avrupa'da elenmediği kupa kalmayan Trabzonspor, herhangi bir şey çıkarsa ceza almayacak mı? Sen değil miydin geçen sezon takımının Trabzonspor'a yenilmesi için taklalar atan? İçindeki Trabzonspor aşkı bambaşkayken nereden çıktı Fenerbahçe'yi düşünmek?

Hazır Şampiyonlar Ligi demişken devam edelim o vakit. Madem mesele adalet, madem ki olay sadece "sıfır tolerans"tan ibaret. Hadi hakkımızda iddialar olduğu için gidemedik Şampiyonlar Ligi'ne, peki neden lig 3.sü Bursa değil de Trabzonspor gitti bizim yerimize? Neden savunmadın Bursaspor'un hakkını? Bursaspor'un Şampiyonlar Ligi itirazı federasyon tarafından uyduruk bir gerekçeyle reddedildiğinde, neden mail yağmuruna tutmadın futbola dair yetkili kurumları?



Şimdi sen halen "düşme" boyutundasın işin. Kapalı kapılar arkasında Aykut Hoca'ya "eksi puan" teklifi yapan; nedenini de verdiği şike hükmüne bağlayan Aydınlar'ın Fenerbahçe'yi düşürmek istemediği doğru. Yalnız bunu Fenerbahçe'nin kurtuluşuna bağlamak tam bir düz mantık örneği. "Küme düşmemek" midir kurtuluş? Aklanmak yerine affedilmenin yaratacağı ezilme hissi bir şey ifade ediyor mu? Fenerbahçe'yi kurtaracak olan, Fenerbahçe'nin onurunu zedelemek isteyen adam mı?

Hadi hepsini geçtim, kümede kalmak "kurtuluş" olsun; kendine göre şike yapıldığından emin olan, "Kişilerle kurumları ayrı tutmaktan yanayım" diyen ve Fenerbahçe'yi küme düşürmek istemeyen bir federasyon başkanı düşün. Aklında bir şeyler oluştuysa iyi, devam edeyim.

58. madde değişikliği geçmediği için, mevzunun küme düşmeme ayağı şimdilik rafa kalktı. Peki kalkmasaydı Aydınlar ne yapacaktı? Savunma dahi almadan vardığı şike hükmüne göre kişilere ceza verip kulüplere bulaştırmayacaktı. Yani Aziz Yıldırım'ı futboldan men edip; Fenerbahçe'yi ligde tutacaktı. Aziz Yıldırım, Fenerbahçe'den uzaklaştırılacaktı.



Peki süper lig'de devam eden ve Aziz Yıldırım'sız bir Fenerbahçe'yi kim ister? Bakman gereken yerleri söyleyeyim, ilişkiyi de sen kur.

2009'daki başkanlık seçimine bak, Aziz Yıldırım'ın o seçimdeki rakibine bak. O rakibin mensup olduğu ailenin ilişkilerine bak.

Yandaş medya kimlerin yandaşlığını yapıyor, Rasim Ozan'lar, Baransu'lar kimlerin adamı, ona bak.

Fenerbahçe'nin yerine Şampiyonlar Ligi'ne gönderilen Trabzonspor'un Wikileaks belgeleriyle sabit para ilişkisi kimlerle, buna bak.

Şimdi senin kafan karıştı, 3 sorunun cevabının da aynı olmasını "tesadüf" olarak nitelendiriyorsun; ki içindeki çoğunlukla mantığının da önüne geçen önlenemez Fenerbahçe düşmanlığı bunu gerektiriyor. Hele bir mayıs ayı yaklaşsın; Fenerbahçe'nin başkan adayları ortaya çıksın, daha iyi anlayacaksın.

Ve birilerinin Fenerbahçe'deki mayıs kongresine daha rahat girmesi için zemin hazırlamaya çalışan, bunu da "Fenerbahçe'nin menfaatleri"yle açıklayan Aydınlar'a dönersek tekrar. Amacı Fenerbahçe'yi kurtarmaktı ya hani; doğrudur, Fenerbahçe'yi kendisinden kurtarmıştır.

Aziz Yıldırım'ın da "Asla Fenerbahçe Başkanı Olamayacaksın" diyerek hislerimize tercüman olduğu gibi, şükür ki Fenerbahçe'yi kendisinden yoksun bırakmıştır.


Onur İNAL
#sanasozyinebaharlargelecek

https://twitter.com/#!/pikuee

16 Şubat 2012 Perşembe

Hayırdır Sporx?

Aslında 2-3 gün öncesinin konusuydu bu yazı ancak malumunuz; davamız var. Silivri telaşı, Başkan'ın açıklamaları derken bugüne kaldı. Konu yine medya, yine medyanın kamuoyunu aleyhte yönlendirmesine bir eleştiri, ya da tepki. Tanımlamak size kalmış. Ancak bu sefer "yandaş medya" veya "bir kısım medya" şeklinde birkaç basın kuruluşu yerine tek bir platform üzerinden gideceğim; Sporx'in.

Evet, özellikle yorum sisteminden oldukça şikayetçi olsam da sürekli kullandığım bir platform aslında. Yazdıklarımın, fikirlerimin birilerine ulaşabilmesi de halen kullanıyor olmamda etkili. Ve hepimiz kızıyoruz zaman zaman haber içeriklerine, tık sayısını arttırabilmek için kullanılan küçük başlık oyunlarına. Fakat geçen hafta 2 örnek vardı ki; sanırım daha önce Fenerbahçe de dahil hiçbir takım için bu derece yanlış yerden bakılmamıştı olaya.

Bunlardan biri, Mehmet Ali Aydınlar'ın 32. Gün programında söyledikleri üzerine atılmış olan "Fenerbahçe'yi Düşüren Başkan Olarak Anılmam" şeklindeki başlıktı. Konuşmayı incelediğimizde görüyoruz ki evet, böyle bir ifade gerçekten kullanılmış. Söz konusu paragrafa baktığımızda ise ifadenin tümünü görüyoruz.



"Fenerbahçe'nin müzesindeki en büyük kupayı ben getirdim. Fenerbahçe'yi düşüren başkan olarak anılmam."

Fenerbahçe Acıbadem'in kazandığı Dünya Şampiyonluğuna vurgu yapıyor Mehmet Ali Aydınlar. Okuduğunu anlamayanlar için biraz daha açalım. Diyor ki; "Ben, Fenerbahçe'yi düşüren değil, O'na en büyük kupasını kazandıran adam olarak anılırım. Kazandırdığım başarıya odaklanır herkes."

Anlama konusunda herhangi bir şekilde sıkıntı çekmeyen birinin o 2 cümleden çıkaracağı sonuç, budur. Basit bir neden&sonuç ilişkisi bir nevî. Ve bu kadar basit bir ilişkiyi kurmaktan yoksun birinin Sporx'te, hele ki önemi bu derece haberlere atılacak başlık konusunda yetkili pozisyonda çalıştığını düşünmek saçma olur. Yani ortada herhangi bir yanlış anlama yok, "kasıt" desem ağır olmaz.

Aslında bunu en basitinden "tık sayısı" artmasına yönelik bir hamle olarak değerlendirebilirdik. Ancak bu amacı taşıyan haberlerin çoğunun altında okurların başlığa, bu tip kelime oyunlarına olan tepkisini okuruz. Ve bu haberde tepki kelime oyununa değil, Fenerbahçe'ye. Çoğu kişi yazının bırakın tamamını, sadece o paragrafını dahi okumadan "Aydınlar Fenerbahçe'yi düşürmedi" çizgisinde birleşti. Akil düşünebilen her insan 400 sayfalık iddianameyi ve 70 klasör ek delili aralık ayı sonlarında teslim alan bir federasyonun; tüm bunları ayrıntılarıyla inceleyip savunma almadan hiçbir takımı düşüremeyeceğini bilir. Fakat maalesef bunu dahi düşünebilmekten aciz onca insan varken, Sporx attığı bu başlıkla cehaleti körükledi, Fenerbahçe'yi bir kere daha "anti" kesimin önüne attı.



Her şeye rağmen bu başlığı bir hata olarak görebilirdim, görebilirdik. Ancak Rıdvan Dilmen'in 11 Şubat Cumartesi gecesi Mehmet Ali Aydınlar'a hitaben söyledikleri hakkında yapılan haber, öncekinin üzerine tuz biber ekmek bir yana, açık bir şekilde bel altı çalışmaktı.

Çünkü Rıdvan Dilmen o gece, Aykut Kocaman'a yapılan ahlaksız teklifi, ve Aykut Hoca'nın bu teklife verdiği red cevabını birebir tanıklığıyla anlattı. Fenerbahçe'nin hocası, federasyon başkanının yüzüne açık ve net olarak "Düşürün bizi" demişti, büyük olaydı.

Fakat Sporx ne yaptı? Aykut Hoca'nın tarihi cevabı veya Aydınlar'ın çirkin teklifi yerine teklifin nedenini ön plana çıkardı. Ahlaksız bir teklife karşı sergilenen asil duruş yerine; bir federasyon başkanının henüz savunması dahi alınmamış insanların suçluluğuna yönelik iddiasını manşete çekti. Ve maalesef manşetin altındaki açıklama kısmında konuya açıklık getirmedi.

"Yöneticileriniz Şike Yapmış" şeklindeki bir başlıkla açıktan açığa yorum katmasa da suçluluk yönünde algı yaratanlar, okuyanlara "vaay, yapmışlar demek ki" dedirtmeyi başaranlar; ne teklifin ahlaksızlığına, ne de bir federasyon başkanının savunması dahi alınmamış insanları suçlamasına herhangi bir yorum getirmediler.

Bu, yandaş basının izlediği yola sapmaktır. Bu, kamuoyunu Fenerbahçe aleyhine yönlendirmeye çalışmak ve bunu başarmaktır. Bu, yargısız infaz fikrinde olan bir yetkilinin fikirlerine destek olmak kadar; Aykut Kocaman'ın sergilediği duruşa karşı işlenen bir ayıptır. Mesele tüm kadroya mal edilemez; birebir tanımasam da Fenerbahçeli'liğini bildiklerimiz de var burada. Ancak bu başlıkları attıran her kimse, art niyetlidir. Özellikle ardı ardına gelen 2 önemli haberdeki 2 başlıkla aynı amaca ulaşılması nedeniyle söyleyebilirim ki; kasıt vardır.

Sürecin başından bu yana genellikle yorum katmadan bilgi veren Sporx'in, hele de duruşmaların başlangıcına, savunmanın konuşmasına sayılı gün kala yandaş medyanın amaçlarına yaptığı katkıyı görünce de sormadan edemiyor insan.

Hayırdır Sporx;

"Çorbada tuzumuz bulunsun" mu dedin?

Onur İNAL
#sanasozyinebaharlargelecek

https://twitter.com/#!/pikuee

9 Şubat 2012 Perşembe

Farketmez

Malumunuz, Federasyon Başkanlığı sıcak konusu gündemin. 27 Şubat'taki seçimli olağan genel kurula kadar ne gibi gelişmeler yaşanacağı merakla bekleniyor spor kamuoyu tarafından. Ortalıkta bir kısım isimler dolaşıyor; talip olanların dışında önerilenler de var bu görev için.

Fakat kendi adıma, bir Fenerbahçe taraftarı olarak zerre umurumda değil bu durum. Çünkü öyle bir döneme geldik ki 3 Temmuz'dan bu yana; ne Mehmet Ali Aydınlar'ın istifası, ne de HSYK'nın savcı Mehmet Berk hakkında inceleme başlatması fikirlerimde bir değişikliğe yol açmadı. Neticede kişileri değil, sistemi sorgulamamız gereken bir süreç yaşıyoruz. Mehmet Ali Aydınlar'ın yaptıklarından, yapmadıklarından, yapamadıklarından ve neden gittiğinden ziyade soruşturmadan 4 gün önce nasıl getirildiğidir aslolan, ve kimler tarafından.



O nedenle, sürecin başından bu yana federasyonu karar alamamakla; çözümü sürekli ötelemekle eleştirdikleri halde 26 Ocak'ta "Federasyon yönetimi istifa ederse "kurgu" bozulur." diyenler, Aydınlar'ın istifası sonrası futbolun kaosa sürükleneceğini düşünenler üzülmesin; kurgu falan bozulmaz. 3 Temmuz öncesi Aydınlar'ı apar topar o koltuğa oturtup bombayı kucağına koyan sistemin yöneticileri o koltuğu sahipsiz bırakmaz.

Ve şu anda kurguyu bozabilecek olan tek isim, Fenerbahçe taraftarlarının da desteğiyle Aziz Yıldırım'dır. Mahkemede  iddiaları çürütmek, sisteme karşı da galip gelmektir bir nevi. Suçluluğumuz halinde nasıl kimseden af dilemiyorsak; savunmamızın iddiaları karşılaması durumunda da ülkede bizi cezalandırabilecek herhangi bir kurum bulunmadığı aşikâr. Yani farketmez, başkan ha UEFA Genel Sekretesi Gianni Infantino'nun iş ortağı ve eski Trabzonspor yöneticisi İbrahim Hacıosmanoğlu olmuş, ha Ulusoy, ha Mehmet Atalay, ha yeniden Aydınlar.



Bir tek Yıldırım Demirören'i tenzih ederim. Başkanlık için adı geçtiğinden bu yana Beşiktaş taraftarı kurtulma ümidiyle tetikte. Diğerlerinden ayrı tutmamın nedeni de şudur ki; ihalesi muhtemelen TFF'na kalacak olan CAS'a açtığımız 45 milyon avroluk davayı kazanmamız halinde parayı alma sürecimiz fazla uzamaz. Beşiktaş'ı kendisine borçlandırdığı gibi, kaynak sıkıntısı halinde yine cebinden verir Demirören.

Lâkin unutmayın ki; Demirören'in parası da kimsede kalmaz. En kötü ihtimalle Ankara'daki binayı oğlunun, İstinye'dekini de yengenin üzerine yapmadan; başkanlığı hayatta bırakmaz.


Onur İNAL
#sanasozyinebaharlargelecek

https://twitter.com/#!/pikuee

7 Şubat 2012 Salı

Emre'nin Çocukluğuna İnsek..

Agresif, çirkef, kasti tekme atıyor, boğaz kesme hareketi yaptı, hakemlerin üstüne yürüyor, terbiyesiz, küfürbaz.. Emre Belözoğlu'nu; genellikle bu kelimelerle tanımlıyor bizim dışımızdakiler. Çoğu rakip taraftar kendi kadrosuna bakmaksızın sarfediyor bu sözleri, ki ağır hakaretlere karşı her daim savunsak da; agresifliği, küfürlü ifadeleri konusunda eleştirebiliyoruz biz de zaman zaman.



Ve Emre mevzusu çok saçma yerlere gidiyor çoğunlukla. Eleştirinin biçiminden ziyade eleştiren önemli bu noktada.

Beşiktaşlı'sına eyvallah,
Trabzonsporlu'suna eyvallah,
Hatta Menemenspor'lusuna kadar eyvallah..

Ancak filmlerdeki psikologların klişe tedavi yöntemidir, bilirsiniz. Emre'nin sıkıntılarını çözmek için çocukluğuna insek, koskoca bir "Galatasaray" gerçeği çıkar karşımıza. Ve buna rağmen, sergilediği davranışlar nedeniyle en çok Galatasaray taraftarları küfrediyor Emre Belözoğlu'na.

Bu durum, mantık katliamı değildir de nedir? Ergenlik ile yetişkinliğe adım atma arasındaki süreci Galatasaray'da geçirdiği halde; "çirkef" oluşundan dem vurarak Emre'ye saldıran Galatasaraylı'lar hangi zihniyettedir? Hadi altyapı faslını geçtim; 16-20 yaşları arasındaki dönemini Fatih Terim'in gözetiminde Hasan Şaş, Hagi, Bülent Korkmaz ve Arif Erdem'le geçiren hangi çocuk gelecekte sağlıklı bir birey olabilir?



Şu an ağzında küfürler yuvarlayan Galatasaraylı arkadaşım;

"Emre bizim sayemizde buralara geldi, biz yetiştirdik" diyorsan; her yönüyle kabul edeceksin. Yeteneklerini kimsenin inkâr etmediği Hagi'nin Emre için şans olduğunu söylüyorsan, olayın ruhsal kısmını da irdeleyeceksin. En önemlisi de tüm bunları yapmadığın halde utanmadan bir de "Fenerli değil mi, hepsi böyle" türündeki zırvalarla kafa ütülemeyeceksin.

Hepsinin ötesinde unutma ki; Emre Belözoğlu senin dilindeki bu sıfatları Fenerbahçe'ye imza attığı gün kazandı. Newcastle senelerinde ırkçılıkla suçlandığında destek verdiğin Emre; Fenerbahçe'ye imza attığı gün tarafından ırkçılıkla yaftalandı. En azından olayı küfre kelâma bağlayıp ağzındaki lafa eziyet etme. "Bize para kazandırmadan gitti, ezelî rakibimize imza attı ondan gıcığım" de adam gibi; konuştuğuna değsin.

Ve "küfürbaz" diye eleştirsen de, en azından herhangi bir hakemin suratına tükürdüğünü ya da ceza sahası içerisinde kendini yere attığını görmedim Emre'nin. Ama sen tüm bunlara rağmen olayı halen "Fenerbahçeli"liğe bağlıyorsan küçük bir tavsiye;

Nefes aldığında hemen bırakma. O oksijen içeride biraz dolansın, mevzu Fenerbahçe olduğunda hiç kullanmadığın yerlere de gitsin.

Onur İNAL
#sanasozyinebaharlargelecek

https://twitter.com/#!/pikuee

2 Şubat 2012 Perşembe

Pekin Deplasmanı

Taraftarlık, üzerine çok da ahkâm kesilebilecek konu değildir aslında. Hele ki benim gibi biri için, çünkü uygun değilimdir "cefakâr taraftar" tanımına. Deplasman siftahım yok henüz mesela, herhangi bir grupta değilim, münferitim. Ne bir koreografi çalışmasında yer aldım, ne de sabaha kadar pankart hazırladım.

Ama en basit kuralını uyguladım taraftarlığın, sevdim. "Yenilsen de, yensen de" dilime pelesenk bir slogan olmadı sadece, elimden geldiğince uyguladım. "Her yerde" veremedim belki desteğimi, ancak "her koşulda, her sonuçta" verdim. Ve en önemlisi de, rakibin motivasyonunu bozmak için kullanılan en basit silah olan ıslığı, kendi futbolcuma karşı kullanmadım.



Peki sen, yaşı-cinsiyeti farketmeyen renktaşım? Belki senelerdir cebindeki paranı, günlerini-gecelerini feda ediyorsun Fenerbahçe için. Fenerbahçe neredeyse, sen de oradasın. Şu ana kadar belki hiç mesafe tanımadın. Pekin deplasmanı olsa, işi otobüs kaldırmaya kadar vardırırsın. Peki Konya Torku bir, Mersin İdman Yurdu iki. O gösterdiğin tepkiler neydi? Özer Hurmacı'yı oyundan çıkarken ıslıklayınca eline ne geçti?

Emeklerini inkâr edemez kimse, ancak fiziksel destekten mi ibarettir taraftarlık kavramı? Eleştirmeyi yargılamıyorum, kötü olana tabi ki "kötü" diyeceğiz, kızacağız, eleştireceğiz. Ancak kötüyü düzeltmenin yolu ıslıklamak mıdır, hem de her maça küme düşme söylentileriyle çıkan futbolcuları? Saha içini geçtim, saha dışı hareketleriyle bizleri utandıran Bilica'yı dahi ıslıklamadığın halde, bir tek Fenerbahçe kariyerinin neredeyse üçte birini sakat geçiren; belinden kemik alınıp ayağına takılan Özer mi sıkıntı oldu senin için?



Gerçi ne desek boş aslında; malum, Alex De Souza'nın dahi ıslıklanmışlığı var Saracoğlu'nda. Ama kötü oynasa dahi motive etmeyi öğren, ya da tepkilerini kendine sakla. Ve bir düşün Özer'in psikolojisini, empati kur. En fazla kulüpten gönderilir kendini toparlayamazsa.

Unutma, ne kadar cefa çekersen çek, her yerde olduğu kadar, her koşulda verdiğin destekle de taraftarsın. Hiç kusura bakma, belki kızacaksın bunu söylediğime; ki haddime de değildir ama; "çubuklu" giyeni ıslıklayacaksan eğer;

Vereceğin destek de eksik kalsın.


Onur İNAL
#sanasozyinebaharlargelecek

https://twitter.com/#!/pikuee

1 Şubat 2012 Çarşamba

Ya Sonra?

İstifa; aslında belki de en doğru kararındı bu güne kadarki, Mehmet Ali Bey. Fenerbahçe açısından değil, kendi açından. Ve bu karar sana bir fayda sağlayabilirdi, bu kadar geç kalmasaydın eğer.

2011-2012 sezonu için "şike" iddiaları zirvede, malum. Ve söz konusu sezon bitti 22 Mayıs'ta. Soruşturma açılmadı. Haziran geldi, düğmeye basılmadı. Genel seçimleri geçtik, hiçbir yerden ses çıkmadı. Mevcut federasyon başkanı Mahmut Özgener'in görev süresi doldu, bir anda gökten indirdiler seni tabir yerindeyse. 29 Haziran'da koltuğa oturttular, sadece 4 gün sonra da bombayı kucağına bıraktılar.



Hiç sormadın mı peki kimseye; "Kardeşim, beni mi beklediniz" diye? Mantıklı mı buldun ligin bitiminden 42 gün sonra açılan soruşturmayı? Seni başkanlığa önerenlerin Sadri Şener, Adnan Öztürk ve Yıldırım Demirören olması; ve Şener'in daha seçildiğin gün arıza çıkarması seni hiç mi kıllandırmadı?

3 Temmuz 2011 sabahına "tertemiz" giren sen; hiç mi düşünmedin bu süreçte en çok kirlenen, yıpranan olabileceğini? İşleyişine hakim olmadığın bir sürecin çözümünün sana ihale edilmesi, seni hiç mi şüphelendirmedi? En çok da, böyle bir süreçte tarafsız dahi olsan kimseyi ikna edemeyeceğin, kaosu arttırabileceğin hiç mi aklına gelmedi?

Velhasıl kelam, hatanın büyüğü sende Mehmet Ali Bey; 3 Temmuz günü, öğleden sonra verecektin sen o istifayı. Gerçi senin için halen "Fenerbahçe'yi düşüremediği için istifa etti" diyenler, zaten sürece dair verdiğin tek kararın aleyhimizde olduğunu ısrarlar görmeyenler var; sanki kendileri o kurumun başında olsa apar topar düşürmeye maçası sıkacakmış gibi.



Ve 7 ay boyunca verdiğin o "tek karar" var aklımızda. Düşme kararı vermediğin ve UEFA'nın CAS savunmasında belirttiği gibi "Yeterli delil yoksa gönderebilirsiniz" dediği halde Fenerbahçe'yi Şampiyonlar Ligi'nden men etmen; aynı süreci yaşayan Beşiktaş'a devam kararı vermen ve Trabzonspor'a "buyur, geç" demen unutulmayacak asla.

Unutulmayacak 24 Ağustos gecesi bize yaşattıkların. Unutulmayacak birer birer ortaya çıkması o geceye dair söylenen yalanların. Unutulmayacak o geceden sonra gidişleri Lugano'nun, Santos'un, Niang'ın. Biz, o kadroyla ve muhtemel ekleneceklerle gidemedik ya Şampiyonlar Ligi'ne; eksik kalsın Fenerbahçe için bugüne kadar tüm yaptıkların.

Ve kimliğin, markan, imajın.. Emin ol ki en çok zarar görmüş olan sen olacaksın bu sürecin sonunda. Fenerbahçe kenetlenir, en kötü ihtimalle düşer; yine onuruyla döner gelir. Peki sen sporun hangi branşına el atabileceksin artık? Ya da bir zamanlar "geleceğin başkanı" olduğun Fenerbahçe'nin kapısından girebilecek misin gelecekteki hayatında?

Belki şimdi rahatladın, üzerindeki yükü attın.

Ya sonra?..


Onur İNAL
#sanasozyinebaharlargelecek