27 Ekim 2012 Cumartesi

Limassol Maçının Ardından Hortlayan Aykut Hoca Düşmanlığım, Hainliğim, İhanetim



Kalecin 5 tane top çıkartırken çeyrek porsiyon futbolun anca kornerden gol atabilmiş, bizimkiler hala o "şerefsiz!", bu "Aykut Hoca düşmanı!"

Evet, uzun olsa da yazının başlığı bu olmalıydı belki de.. Öncelikle şunu belirteyim, ne İstanbul'un tribün çocuklarındanım ne de 3 temmuz'un kanaat önderlerinden. Çocukluğum Aykut Hoca'ya, gençliğim Alex de Souza'ya, son 2-3 yılım ise ikisine birlikte tapmakla ve SEN BİZİM KOCAMAN UMUDUMUZSUN demekle geçti. Aziz Yıldırım mevzusu ise bambaşka. O konuyu özet geçecek olursam günahım kadar sevmediğim Aziz Başkan'ın (hizmetlerinden bağımsız olarak söylüyorum) haksızlığa uğradığını düşündüğüm için 1 yil boyunca yanındaydım.

Gelelim asil konuya, son zamanlardaki şahsi derdim su tanımların açık açık yapılması: Aykut Kocaman düşmanlığı nedir? Ne dersen Aykut Kocaman düşmanı oluyorsun? Ben eleştirirken hangi noktada Aykut Hoca ve Fenerbahçe düşmanı oluyorum? Hangi lafın ötesine geçersem hainim? Bunun bir ölçümü var mi? Varsa ölçen bi' cihaz, kimin elinde? Aykut Hoca'yı 2010-12 yılları arasında yaptıklarıyla bas tacı ettiysem su an oynattığı futbolu beğenmeme lüksüm yok mu? Aykut Kocaman'la yolların ayrılması taraftarı değilim zira şu anda kimi takımın başına geçirirsen en az 2 ay daha takımın adaptasyon sorunu olacak. Hal böyleyken, Aykut Hoca'nın gitmesini istemeyen biri olan bana ayrılmasının gerektiğini düşündüğümde ne olur ise bu isteğimin yadırganmayacağını söyleyin lütfen.

Akademisyen bi' abimiz "ne çok Köln Spor Akademisi mezunu taktisyen varmış" diye tweetledi Limassol maçı esnasında. Hayata dair muhalif bir kişiliği olan bu abimiz (ki severim kendisini) farkında değil ki tam da ülke muktedirlerinin "çok konuşma, sen anlamazsın, işine bak" havasındaki söylemiyle konuştu dun aksam. Bugün ben Köln Spor Akademisi mezunu olmadığım için Fenerbahçe'nin futbol oynayış biçimini Twitter'da dahi eleştiremeyeceksem yarın bi' siyasi çıkıp "ne çok siyaset bilimi mezunu varmış, cok mu anlıyorsunuz siyasetten?" derse sesimi hangi hakla çıkartabileceğim? İste son zamanlarda beni en çok üzen şey Fenerbahçe'nin futbolundan ziyade, hayata dair muhalif olan kişilerin, konu Fenerbahçe ve Aykut Hoca olunca çok garip bir şekilde eleştirinin e'sini dahi kabul edemiyor oluşu...

Abicim, Limassol maçında bilhassa ilk 70 dk (ve bu sezonki birçok maçta) oynanan futbol ortada. Üstelik ben bu futbolu (keyfimin kahyası olmadığınız için) beğenmek zorunda da değilim. Beğenmeyince neden düşman oluyorum o da belli değil. Limassol maçı özelinde konuşacaksak, maç esnasında attığım birkaç tweette de belirttiğim gibi, takımda kimin, hangi sebepten ötürü hangi mevkilerde oynadığını anlayammadım. Dahası ve asıl sorun, futbolcular kendilerine verilen görevleri yapmaya çalışıyorlar. Yani Caner'e sol açık'tan sağ iç'e kadarki bir bölgede koşma görev verilmiş. Ömru billah sol açik oynayan ve kendine o görev verilse vasatın üzeri oynayacak olan adamdan baya anlamsız ve zor bir is yapması isteniyor. Keza Sow ve Kuyt... Bu adamların olduğu bir forvet hattı normal şartlarda maç başına 6-7 pozisyona girmesi lazım. Üstelik, Stoch, Krasic, Meireles de bu kadroya ait ve bir ay Öncesine kadar Alex de bu takımdaydı. İsmen bu kadar heybetli ve sağlı sollu komple bir hucum hattı Avrupa'da 10 takımda bile yokken bu isimlerin oynadığı takim maç başına ıkına ıkına 2-3 pozisyona giriyorsa bana ne yavşak basının Fatih Terim yalakalığından? Bana ne Fatih Terim'e saygı duyup Aykut Hoca'ya babalarının oğluymuşçasına davranmalarından? Yani özetle bana ne Fatih Terim'den ve onun maço tavırlarının futbol üzerindeki etkilerinden? Bu kadar alakasız iki konu olabilir mi? Beni bu noktada ilgilendiren şey şudur arkadaş: Eldeki para verimli kulalnılmış mı kullanılmamış mı? Maç başına 2-3 pozisyon bulabilen takımın hucum hattı için bu kadar para harcamaya gerek olmadığını düşünüyorum. Bu kadarcık pozisyona Bienvenu ve Semih'le giremeyeceğimizi düşünen varsa da sabaha kadar futbol tartışmaya hazırım. Ben Fenerbahce'nin Limassol takımıyla oynarken "evvela yenilmeyelim de..." zihniyetinden çok "ilk yarıdan iki tane sallayalım ki pazartesi günü Antalya maçına topçular zinde kalsın, o maç kolay geçsin" zihniyetini tercih ederim. Derseniz ki Limassol mahalle takımı mı, o zaman da aynı kapıya çıkarız: Seni yenebilmek icin 2 lira yatırım yapan Limassol'a, "evvela yenilmemek" için 10 lira harcıyorsan ben orda tabi ki "n'oluyo lan?" derim.

Siyasi konulara girmek gibi bir amacım yok ama sosyolojik ve psikolojik olarak düşündüğümüzde, bu kat-i suretteki kollamacı davranış, başbakanı eleştirirken iyi yaptığını düşündüğü şeyler için onu ölümüne savunan Akp seçmenine benziyor aslında. Ben dünkü 0-1 'lik skoru alkışlarsam kendimi duble yollara şakşakçılık yapan ama insan hak ve özgürlükleri konusundaki dünya sefili halimize gözünü kapayan seçmenle kendimi bir tutarım. (o seçmene hakaret etmiyorum, kendi açımdan bir konunun tutarlılığını değerlendiriyorum)

Veya, paranın etkili ve verimli kullanımı açısından bir başka benzetmem de şu olabilir... Ankara'da Melih Gökçek malumunuz... 17 yıldır kendisi başkan ve dünya kadar konu başlığında dünya kadar para harcamıştır. Bu adam ve seçmeni yapılan dünya kadar alt geçitle övünüyor. Bense işimden evime hepi topu 15 km'lik yolu arabayla 80 dakikada gidiyorum. Yürüsem de maksimum 120 dakika falan sürer herhalde. Dolayısıyla, yürüme ve araçla gitme arasındaki bu fark için belediyenin aylarca yol çalışması yapmasının ve biz vatandaşların dünya kadar benzin masrafı yapmasının bir anlamı yoktur. Ha keza 10 kusur yıldır akıtılan paralar ve bitmeyen metro çalışmaları... Bu şartlar altında Melih Gökçek'e bitirdiği (ancak işime zerre kadar yaramayan) alt geçitleri için minnet mi duymalıyım?

Peki alakasız gibi görünen önceki iki paragrafı niye yazdım? Yazının sonlarına gelmemize rağmen halen anlamamış olanlar için izah etmekte fayda var: Bu yazı, hayata muhalif bakış açılarından bakıp, dünya görüşü olarak her şeyi sorgulamayı düstur edinmiş kimselerin, konu Fenerbahçe olduğu zaman (biat edercesine) yukarıda sorgulanmasını düşündüğüm şeyleri neden görmezden geldiklerine anlam veremediğimi belirtmek için yazılmıştır. Ve yazının asıl amacı insanların sorgulayan yasam biçimlerine dönmelerini istemem, dönmeseler dahi sorgulayanlara "hain" , "düşman" vb. sevimsiz sıfatlar koymalarını reddediyor olmamdır.

Son olarak, Limassol maçı ardından yeri gelmişken bir paragraf da Selçuk Şahin'e ayıralım. Son 10 yılda, Ümit Özat'la birlikte, Fenerbahçe'deki yüksek olan teorik bilgisini pratiğe dökemeyen başlıca oyuncudur Selçuk Şahin. Lâkin tek bir maçta bile kendine verilen görevi yapmaya çalışmaktan kaçmamıstır. Ne aşırı yetenekli olmayışı ne de ilk 11'de görev alması Selçuk'un elinde olan konular değildir. Bir şirketin sahibi olduğunuzu düşünün, hesap sormaya hiyerarşik düzene uygun olarak CEO'dan başlayın lütfen, işçiden değil. Ter akıtan işçiyi ıslıklayan ve onun yeteneğiyle dalga gecen adam olmayınız, değilseniz, o tarz adamlarla işiniz de olmasın.

Not: Peşinen belirteyim, pazartesi günü Antalyaspor maçı var. Eleştirdigim zihniyet, maçı 3-0 falan kazanırsak "n'oldu lan? Koyduk mu? Susun artık!" diyecek olan ve yazıyı hiç anlamamış olanlardır.

Çubuklu kalınız...



Onur AKSOY

www.twitter.com/onur_aksoy_

15 Ekim 2012 Pazartesi

Kim İnanır Senle Ayrıldığımıza?

12 Ekim Cuma, 18:30 civarında buluşuyoruz kız arkadaşımla, Edirnekapı'da. Hafta içi akşamları genellikle Vatan'da buluşup birer çay içerken, neden Edirnekapı'dayız biz o akşam, bilmiyorum.

Metrobüs istikamet, istikamet Anadolu toprakları. Biniyoruz metrobüse, geçiyoruz karşıya. Uzunçayır'da iniyoruz, bir otobüs geliyor daha sonra. E-10 numarası, "S.GÖKÇEN HV.LM." yazıyor tepesinde, biniyoruz. Bir soru daha takılıyor aklıma; neden bu otobüsteyiz biz? Neden Sabiha Gökçen'e gidiyoruz?

Ne kadar sürüyor yolculuk, bilmiyorum. Bir süre sonra iniyoruz otobüsten, koca bir alan. Biraz yürümemiz gerek ama asıl ulaşmamız gereken yer için, öyle de yapıyoruz. Tezahuratlarla ilerlerken, karşıda kalabalık, kıpkırmızı bir alan görüyoruz. Gökyüzünü fişekler aydınlatıyor, el ele yürüyoruz kalabalığa doğru, aralarına karışıyoruz.



Arkadaşlarımız var orada ve onca insan, tanımadığımız. Aynı şey için gelmişiz hepimiz, renklerimiz ortak ve o akşam için en çok da acımız. Farkında değiliz ama orada bulunma nedenimizin, en azından ben farkında değilim ne yaptığımın.

Halbuki Edirnekapı'da sevgilimle buluştuğumda da, Sabiha Gökçen otobüsüne bindiğimde de kafam yerinde, biliyorum ne yaptığımı. Daha doğrusu bildiğimi sanıyormuşum, onu da alandaki tezahuratlar esnasında fark ediyorum.

Yüzüm değişiyor bir anda, yanımdakilere dönüp "Ne yapıyoruz ulan biz burada" diye soruyorum. Mal gibiyim o anda, akşam 18:30'dan itibaren attığım her adım boş, her hareketim bilinçsizmiş. O an anlıyorum.

Bir hareketlenme oluyor sonra, bir adam çıkıyor kalabalığın önündeki platforma. Yanında eşi, kızları. Omzunda 2 yaşındaki oğluyla bir adam beliriyor karanlığın içinde, ve kıyamet kopuyor. Meşaleler, fişekler yeri göğü kızıla boyuyor.



Daha dikkatli bakıyorum, platformda bize doğru el sallayan bir adam.

İlk tanışmamızda, Brezilya formasıyla Rüştü'yü avlayıp "alsak ya şu adamı" dedirten adam.

Aldığımızda bizi heyecanlandıran, topu ayağına ilk alışında topla birlikte aklımızı da alan adam.

Rakam verip kafa açmayacağım, istatistiklerin ağzına ağzına vuran adam.

Hareketleriyle, golleriyle taraftarından spikerine, rakibinden yöneticisine herkesi şekilden şekle sokan adam.

Bizi defalarca sokaklara döken, sevinçten delirten, her bakışıyla, her duruşuyla içimize işleyen adam.

Daha bir gün önce evinin önünde sarıldığım, sarılırken "kaptan çok seviyorum ben seni" dediğim adam.

Anlıyorum nihayet, dank ediyor kafama. "O adam"ı uğurluyorum ben orada. Ama Mabed'de değiliz, Çubuklu yok üzerinde Kaptan'ın. Oradaki varlığımız da dahil olup biten her şey inanılmaz derecede saçma.

İniyor sonra "adam" platformdan, uçağa biniyor. Havalanıyor uçak, görmüyoruz biz o esnada. "Gitti" diyorlar sadece. Söylemesi, dinlemesi o kadar kolay ki, peki ya hazmetmesi?



Gidiyor iki gözümüz, canımızın içi, gidiyor "adam."

Aklımızı da alıyor o ilk topla buluştuğunda yaptığı gibi, götürüyor yanında.

Düşlerimizi götürüyor, sevinçlerimizi;

Belki de ellerinde yükselecek bir Avrupa Kupası hayallerimizi.

Çocukluğumuzu götürüyor, ilk gençlik heyecanlarımızı.

Umutlarımızı götürüyor, gözyaşlarımızı.

Çubuklu baki kalır elbet ama, alıp götürüyor bir yanımızı.

Biniyor uçağa, gidiyor "adam."

Dönüyoruz otobüse, aklımızda bambaşka hayaller.

2 sene sonraki jübilesi, vakti geldiğinde giyeceği takım elbisesi.

Ama olmuyor yine de, hazmedemiyorum. İdrak yollarım kapanmış, almıyor aklım olan biteni.

Halen 1 Ekim günündeyim, hem kim inanır senle ayrıldığımıza?

Ben de inanamıyorum işte, başa sarıyorum sürekli.

Ve biliyorum..

Biliyorum ki kolay değil bu kadar, böyle bitmeyecek.

Dilimizde sürekli aynı nakarat, huzurlu ol oralarda güzel adam;

"Sana bunu yapanlar hesap verecek."







Onur İNAL

27 Eylül 2012 Perşembe

Dış Hatlara Hangi Yüzle Geleceksiniz?

"Aman bölünmeyelim."

"Bugün yarın hallolur."

"Açılışta öpüşüp barışırlar."

"Yarın ilk 11'de başlatır, sorun kalmaz."

"Çıkarken hocasının elini sıksa bari."

Derken olan oldu ve Alex De Souza geçici polemiklerin de ötesinde "hedef adam" haline getirildi Fenerbahçe'de. Ama basit, ufak tefek durumlarla değil, tek bir konudan dolayı değil. Öyle bir imaj yaratıldı ki Kaptan için, öyle böyle değil.

Atış serbest artık. Her şeyin suçlusu Alex, kaybedilen puanın, kötü oyunun, ruhsuzluğun.

Oynaması, oynamaması, sonradan girmesi, oyundan çıkması.




Ama artık yeter. Bir durun, sakin olun zira artık eşeğin kulağına sabunlu su kaçırdınız.

Biz de Alex'in bu süreçte hataları olduğunu kabul edeceğiz bir müsade etseniz, lâkin eleştirinin dozunu kaçırdınız.

Sadece eleştirseniz, eyvallah. Ancak medyanın tüm bel altı vuruşlarına karşı sessiz kaldınız. Dahası, bel altı vurma eylemlerine siz de elinizden geldiğince katıldınız.

8 yıl boyunca "koşmuyor" diye eleştiren medyaya küfreden sizler, tam da bugünlerde "koşmuyor" bahanesine sığındınız.

"Bu adamın formu neden düştü, canı neden sıkkın" demediniz, "kötü" deyip geçtiniz. 2 hafta öncesine kadar arkasındaki boşluk nedeniyle top alamadığını siz de gördünüz lâkin işinize gelmedi, atladınız.

Bülent Korkmaz'ı, Hasan'ı, Ergün'ü jübilesiz gönderdi diye Galatasaray'a "vefasız" dememiş gibi, onların zihniyetiyle konuşup "yaşlılık" vurgusu yaptınız.

Ne takımı karıştırmaması kaldı, ne ihaneti, ne ruhsuzluğu. "Golü bilerek atmadı" diyen mi ararsın, bir tek kendisinin pozisyon yaratabildiği maçta "çok kötüydü yea" diyen mi.

"Aldığı parayı hak etmiyor" diyen var. Hadi bununla kalsa neyse de, 8 yıl boyunca aldığı maaşı hesaplayıp Lira'ya çevirerek hesap soran var yahu.




Bir "hocasına saygısızlık yaptı" muhabbetidir gidiyor. Çünkü durduk yere çıktı bu polemik. Aykut Kocaman daha sezon başlamadan, takım çime ayak basmadan "süresini azaltacağız" demedi. "Arada dinlendirmek" ayrıdır, S. Moskova maçından çok önce, form durumuna dahi bakmaksızın peşinen "oynatmayacağım" diyerek Alex'e "bitik" muamelesi yapmadı. Hakaret edercesine "Sen bu maçların adamı değilsin" mesajı vermedi. 2 sene önce geldiğinde de kendi futbolculuk döneminin "7 yılda 2 şampiyonluk"la geçmesine bakmayıp "5 yılda 1 şampiyonluk" şeklindeki ucuz bahanesiyle takımdan kesmeye çalışmamıştı.

Ki zaten Alex geçen sezon Mart'a kadar sıkışık giden fikstürde takımı sırtlayan isim olmamıştı.

Yeri geldiğinde 12 günde 4 maça, yeri geldiğinde 16 günde 5 maça çıkmamıştı.

Lig bittiğinde 29 yaşında olan Alex, 4 ayda 6 yaş birden atmıştı.



Ama beyler, gelin sizinle açık konuşalım. Sizin derdiniz "Fenerbahçe'nin menfaatleri" değil. Öyle olsa Alex'i eleştirirken hiç değilse sorunun başlangıç noktasına da bakardınız. "Hocam sen de ne yapıyorsun" diye bir sorardınız.

Alex'in sorun yaşadığı kişilerin teknik direktör ve başkan olması da değil sizin derdiniz ki makamlardan ziyade makamlarda oturan kişiler.

Çünkü Alex aynı sıkıntıyı Aykut Kocaman'la değil de Daum'la, Aragones'le yaşasaydı bırakın Alex'te hata bulmayı, "az bile yapmış" derdiniz. Yıllardır antrenör beğenmeyen sizler; bir anda "hocanın kararıdır, karışılmaz" noktasına geldiniz.

Çünkü Alex'i "twit atıyor" diye eleştirdiniz ama; Fenerbahçe'yi 1 sene linç eden Beyaz Tv'ye, resmî kalemşörü Alaattin Metin'e Alex'i yem ettiğinde Aziz Yıldırım hakkında tek kelime dahi edemediniz.

Ogün Altıparmak Alex'e resmen "hain" dedi, biriniz de "hop ne oluyor" diyemediniz.

Çünkü Ogün Altıparmak 3 Temmuz sürecinin bayrak adamlarındandı. İçim çok rahat, elimizden gelen desteği biz de verdik. Ancak sırası geldiğinde görevini yapmayan yönetimi de eleştirmeyi bildik.  Sizin tarafta ise işler öyle olmadı, ne yazık ki hepinizin aklı 3 Temmuz'da kaldı.

"Süreç devam ediyor, başkanı destekleyelim" derken Alex'i ezdirdiniz, ezdiniz.

Aykut Kocaman'dan daha fazla alternatifi olduğu ve "şike" çamuru kendisine kadar sıçratıldığı halde gitmeyen Alex'in duruşunu unutup, tek dik duran Aykut Kocaman'mış gibi gösterdiniz.



Şimdi tutalım Alex'i, boşaltalım banka hesabını, olmadı haczedelim.

Alalım tüm paramızı geri, ama o da geri alsın yazdığı tüm mektupları.

Unutalım yaşadığımız tüm sevinçleri, mutluluktan ağlayışlarımızı, çıktığımız konvoyları.

Feshedelim sözleşmesini, gönderelim apar topar memleketine geri.

Yalnız beyler, farkında mısınız bilmiyorum ama uyandırayım.

Çok ayıp ettiniz.

Alex'in efsaneliği bitmez, tabeladan ziyade ruhumuza işledi artık.

Yine taparız, severiz, hak ettiği gibi de göndeririz.

Ama sizler?

Peki ya "bölünmüş görünmeyelim, aman başkana, hocaya laf gelmesin" muhabbetine medyayla bir olup Alex'i linç eden sizler;

Dış hatlara hangi yüzle geleceksiniz?


Onur İNAL

https://twitter.com/pikuee

31 Ağustos 2012 Cuma

Ayaklar Altında Değil, Omuzlar Üzerinde

"Parasını alamadığı için sorun çıkardı."

"Hocasına maçtan önce "hazır değilim" dediği halde basının karşısında "hazırdım, şans verilseydi oynardım" dedi."

"Oynamayacağını nedenleriyle birlikte bildiği halde bilmiyormuş gibi davrandı."

"Zico'yu başkan'a şikayet etti."

"Disiplinsiz."

"Takımın hücumda ağır kalmasına neden oluyor, mücadele gücünü düşürüyor."

"Takım içinde sorun yaratıyor, takım arkadaşları da bundan rahatsız."

"Kendisini Fenerbahçe'nin üzerinde görüyor."

Yazılı ve görsel basını takip etmeyen herhangi birine yukarıdaki satırların Alex De Souza hakkında yazıldığını-söylendiğini anlatsak ağzıyla gülmez. Öncelikle onu bir belirtelim. Başka bir yeriyle de gülmez, zîra gülünecek değil, yakası açılmadık küfürler ettirecek türden ithamlarda bulunuldu son 1 hafta içerisinde Kaptan'a.

Fenerbahçe'nin futbolcudan öte bir değeri yerden yere vuruldu, orantısız güce maruz kaldı, linç edildi.



Ve tüm bunların üzerine Fenerbahçe Spor Kulübü resmî internet sitesinden "Son günlerde takım Kaptanımız Alex De Souza hakkında medyada çıkan hiçbir haber gerçeği yansıtmamaktadır. Oyuncumuza bu derece çirkin ve ağır ithamlarda bulunan medya organlarını şiddetle kınıyor, haklarında hukuksal yollara başvuracağımızı kamuoyuyla paylaşıyoruz." şeklinde bir açıklama gelmesini bekledik haliyle.

Öyle ya, Aziz Yıldırım hakkında çıkan en ufak olumsuz haberlerin kınandığı, uyduruk transfer haberlerinin yalanlandığı, düğün dernek duyurularının dahi yapıldığı resmî sitede, en azından Kaptan'ı koruyacak bir metin yayınlanırdı herhalde.

Yayınlanmadı.

Bildiğiniz yayınlanmadı. Kaptan en ufak şekilde korunmadı. Bayağı bayağı linç edilmesi izlendi. İzlenmekle kalınsa yine iyi, bizzat Aziz Yıldırım tarafından Beyaz Tv'de Sinan Engin, Akşam Gazetesi'nde Alaattin Metin eliyle linç ettirildi.



Ki Mabed'in "Semih Şentürk" sesleriyle inlediği günlerde hoca'sını korumak aklına dahi gelmeyen, ve bu günlerde yaşadığından dahi şüphe duyduğumuz Aziz Yıldırım'ın Gaziantepspor maçı esnasındaki anons komedisi ve maç sonrası yayıncı kuruluşa verdiği rezil demecin ayrıntılarına girmiyorum bile.

Peki neden?

Fenerbahçe'yi 8 yıldır sırtında taşıyan Alex, ne oldu da böyle ayaklar altına atılmak istendi? Alex, bu iğrenç yaftaları, bu aşağılıkça muameleyi hak edecek ne yaptı?

Mevzuyu hepiniz biliyorsunuz, bir tweet attı. Aykut Kocaman'ı kıskançlıkla suçladı.

Mesele kıskançlıktır, ottur, çöptür, neyse ne.

Ancak Alex; Fenerbahçe'ye teknik direktör olduğu ilk dönemden itibaren verdiği katkıyı dikkate almaksızın "son 5 yılda 1 şampiyonluk" şeklindeki içi boş slogana sığınarak kendisini kesmek isteyen, yokluğunda bir halt edemeyeceğini anladıkça kendisini kullanan ancak arada nadiren de olsa bulduğu fırsatları es geçmeyen, ve bu sezon arkasındaki derme çatma orta sahayı güçlendireceği yerde faturayı kendisine keserek "yaşlanmış, bitmiş" muamelesi yapan Aykut Kocaman'a karşı sadece bir tweet attı.

Adamın yakasına yapışıp "yeter ulan üstüme oynadığın, benimle ne derdin varsa açıkça konuş" demedi, soyunma odasına kilitleyip dövmeye kalkmadı.

Bir tweet attı, ve 2 senedir ayağı kaydırılmak istenmesi görmezden gelinerek, son 1 haftada olup bitenler nedeniyle tüm ihale 10'a bırakıldı.

Sezon sonu sözleşmesi bittiğinde yenilenmesi düşünülmeyen, ancak Alex'in başka forma ile de olsa futbola en az 1 sene daha devam edeceğini bilen Aziz Yıldırım, tepkileri azaltmak adına Alex'in taraftarlara "sinsi" gösterilmesine seyirci kaldı, hatta yer yer bizzat destek oldu.

Daha açık konuşalım, Alex'i futbolu bırakmadan göndermeye Aziz Yıldırım'ın maçası sıkmadı. Taraftara kötü gösterdi, üstüne bir de olan olduktan sonra yaptığı göstermelik görüşmeyle "sorun çözen başkan" imajını tazeledi.



Tüm bunların ötesinde "Alex De Souza" dendiği vakit algılarım kapanır benim. Doğrudur, yanlıştır beni bağlar; "Alex'le 1 sene daha sözleşme yenilensin, gerekiyorsa Aziz Yıldırım yanına Aykut Kocaman'ı da alıp gitsin" zihniyetindeyim.

Ancak şu an, Alex dese ki "bıktım ayak oyunlarınızdan, memlekete dönüyorum", gram üzülmem. Bilâkis sevinirim;

Aykut Kocaman artık boyunu aşan hırsına, çocukça inatlarına kurban edemeyeceği için.

Aziz Yıldırım medyadaki tetikçileriyle, aşağılıkça gösterilerle imajını zedeleyemeyeceği için.

Ve tüm bu iğrençliği görmezden gelip Alex'i günah keçisi ilân eden, küfretmekten, "fitne-fesat" tarzı yakıştırmalar yapmaktan, "takımı karıştırıyor" demekten zerre utanmayan "taraftar" kesimi Alex'i daha fazla hak etmediği için.

Ne derler bizim buralarda, "deveye diken.."


https://twitter.com/pikuee


6 Mayıs 2012 Pazar

Kurgu'yu Çubuklu'lar Bozacak

2006/Denizli..
Ergendim o zamanlar, 17'nin içindeydim.
Şile'deydim, yatılı okuldaydım.
Maçtan sonra, elimde çubuklu'mla çarşıda bir tur atıp koğuşuma döndüğüm vakit,
Gördüğüm manzara sarı-kırmızıydı.
Pansiyonda ne kadar Galatasaraylı varsa karşımdaydı,
Doluşmuşlardı bizim koğuşa, şampiyonluklarını kutluyorlardı.
Çünkü koca pansiyonda, sabah akşam Fenerbahçe muhabbeti yapan 2 kişi vardı.
Biri bendim, diğeri de zaten raporlu bir çocukcağızdı.
Aramızdaki tek fark, benim kopan kayışın tescillenmiş olmamasıydı.
Kabak benim başıma patlamıştı anlayacağınız.
Sevindiler, bağırdılar, tezahuratlarla inlettiler odayı.
Elimden hiçbir şey gelmedi, sessizce izledim.
Sonra gittiler, 1 ay sonra da okul bitti.
Bir şekilde atlattık, hayat devam etti.

2010/Trabzon..
Çalışıyordum, işimde gücümdeydim.
Bir yandan açıköğretimin son senesindeydim.
Destek amaçlı kursa gidiyordum, işe de yarıyordu hani.
16 Mayıs 2010, pazar..
Final sınavlarına bir hafta kala,
Ders; maliye politikası.
Biletler arkadaşın cebinde, ilk ders bitmiş.
Ara verildiğinde çıktık sınıftan,
Çıkış o çıkış, doğruca Kadıköy'e.
1 puanla kaldım o dersten,
1 sene daha uzadı okul.
Ama umrumuzda mı, şampiyonluğa gidiyorduk.
Sonrası malum, anons skandalı.
Tribünde arkadaşıma nasıl sarıldığımı hatırlarım,
Bir de mevzunun asıl rengini farkettiğimde başımdan aşağı dökülen kaynar suları.
Onu da atlattık ama evelallah, küsmek haddimize miydi zaten.
Daha sıkı sarıldık sevdamıza, geçti gitti.
Tüm söylenenlere kulak tıkadık, hayat devam etti.

Bu günlere gelirsek, Allah'ın belâsı 3 Temmuz sürecine.
Lig başladığında yeşil sahalar umrumda değildi,
Mücadelenin saha dışında olduğuna inananlardandım.
Saha içini hiç kafama takmadım.

Ancak gördüm ki;
Biz sürekli bir yerlerde sevdamızı haykırırken,
Özgürlük için, aklanmak için savaşırken,
Başka yerlerde, başka hesaplar dönüyor.
Bizleri, UEFA'yı dize getirdiğimize inandıranlar,
Uykularımızı kaçıran 24 Ağustos gecesinin davasından vazgeçiyor.
Bizler her yerde "Fenerbahçe tertemizdir" derken,
Birileri "sahaya yansımayan saha dışını bağlamaz" diyerek bizi bir şeylere hazırlıyor.

Gördüm ki;
Senelerdir başarıya aç olan ezelî rakibimiz,
Gizliden gizliye kuyumuzu kazarken, açıktan açığa bir şeyler çeviriyor.
Özkâhya'lar, Özkalfalar havada uçuşuyor,
Burak Yılmaz'lar gidiyor, Yiğit İncedemir'ler geliyor.
Emenike ülkeyi terkedecek hale getirilirken,
Necati Ateş'ler, Amrabat'lar görmezden geliniyor.
Ve medya kamuoyunda "tüm kötülüklerin anası Fenerbahçe" algısı yarattığı için,
Türk sporuna tüm kötülükleri ithâl edenler "melek" muamelesi görüyor.
Türk sporunun şımarık çocuğu Galatasaray,
Her ne yapıyorsa gizlemeden, açıktan açığa yapıyor.

Ve anladım ki;
Biz taraftarlar olarak ne kadar dik dursak da, bir sınırı var.
Çünkü kasklı, plâstik mermili, biber gazlı imamın ordusu sağolsun,
İsyanın dozunu biraz arttırdığımızda dağılma süremiz ortalama 15 dakika kadar.
Ve mührü ellerinde tutanlar,
Fenerbahçe adına söz söyleme hakkına sahip olanlar elimizi kolumuzu bağladılar.



Anladım ki;
Saha dışında, masa başında bozulmayacak bu kurgu.
Yine bir takım hesaplar yapılacak,
Siyasî baskılar gelecek,
Pazarlıklar dönecek.
Ve tüm isyanlarımıza rağmen yönetim bırakın hesap sormayı,
Süreçten olabildiğince az zararla çıkmaya bakacak.
Belki de aramızda "yırttık" diye sevinenler olacak.

İşte tam olarak bu yüzden,
Saha dışında kravatlı'larımız hiçbir varlık gösterememişken,
Artık tüm umutlarımız çubuklu'larda.

Çünkü biliyorum,
2006 ve 2010 travmalarını zor da olsa atlatan ben,
Galatasaray'ın böylesine bir "kurgu"yla,
Pisliğin, kepazeliğin bu kadarıyla,
Göstere göstere, gram utanma hissiyatı barındırmadan,
En fecî kısmı da,
Bize nispet yaparcasına şampiyon olma ihtimalini dahi aklıma getiremezken,
Gerçekleşmesi durumunda kaldıramayacağım.
Çubuklu baki kalacak, yine deli gibi seveceğim,
Ama bu travmayı kolay kolay atlatamayacağım,
Hayat eskisi gibi devam etmeyecek.




Bu yüzden;
Futbolcularımızı çubuklu'yu terk etmeye itenlere inat,
Çubuklu'yu terk edip gidenlere inat,
Kupa isteyenlere, açıktan açığa yukarı itildiği halde halen üzerimize basmaya çalışanlara inat,
Trabzon'da futbolcularımızı uyutmayanlara inat,
Zalad'ları, Doğan'ları, kayıp makbuzları unutup bize çamur atanlara inat,
İçimizdeki Pensilvanyalı'lara inat,
Hesabın büyüğü sahada kesilecek.

Önce Avni Aker'de, sonra Mabed'de kazanacağız,
Madem ki saha dışında haklarımızı koruması gerekenler yetersiz,
10 ayın intikamını "bir kupadan çok daha fazlası"nı ifade eden bir şampiyonlukla alacağız.



13 Mayıs gecesi kupa Alex'in ellerinde yükselirken,
"Koyduk mu" sloganı ete kemiğe bürünecek.
Kurulan ittifaklar bozulacak,
Yakacağız tüm dünyayı.
Sevinç gözyaşlarımız,
En sevdiklerimizin gözyaşlarına karışacak.

Saha dışındaki işimiz bitmese de, "seçilmiş"lerden beklentim yok artık benim.
Düşmanlara en büyük darbe, Mabed'de vurulacak.

Kravatlı'lar bizi hayal kırıklığına uğratsa da, kurgu'yu çubuklu'lar bozacak.




Onur İNAL
#sanasozyinebaharlargelecek

https://twitter.com/#!/pikuee

23 Mart 2012 Cuma

Biz İkna Olduktan Sonra..

Bugüne kadar insan gibi anlatmaya çalıştık hep bir şeyleri, ve "adalet" istedik. İddia yığınındaki çarpıklıkları kanıtladık, "temiz" olduğumuzu söyledik. Bir takım ilişkilerden bahsettik, "kumpas" dedik. Ve bunları yaparken hep belli bir çizgide gittik; en önemlisi de sesimizi yükseltmek için savunmayı bekledik.


1 ay önce Çağlayan'da yaptı savunmasını Aziz Yıldırım. İsimler verdi, şahitler gösterdi, belgeler ve sözleşmelerle konuştu ve iddia makamının soruşturma esnasında girdiği hukuksuz işleri anlattı. Anlattı anlatmasına ama, hukuksuzluğu bahane etmedi, her şeyi bir bir açıkladı.


Ancak farkettik ki yetmedi. 


Çünkü linç tam gaz devam ediyor, cahillik almış başını gidiyor. Savunmayı okumaya dahi tenezzül etmeyenler halen"Fenerbahçe kümeye" nidalarıyla salya saçıyor. 


Ve anladık ki artık kullandığımız üsluba da bir "ince ayar" çekmenin vakti geldi.


Bak arkadaşım, seni tanımam, kimsin nesin bilmem. Ama bilirim ki farklı formatlardasın. Kimi zaman "liseli medya"nın emir kulu olmuş bir "gazeteci", kimi zaman yandaş medyanın köpeği, kimi zaman da tuttuğun takım önemli olmaksızın "anti fenerbahçe" zihniyetiyle yaşayan bir zavallısın.


"Bilmemek ayıp değil" derler hani, doğrudur. Ancak 1 ay geçti savunmanın ortaya çıkışının üzerinden. Ve halen okumadıysan, okumadığın halde de "Fenerbahçe kümeye" demekten utanmıyorsan, tam da ıslak odunla dövülesi kıvamdasın.


Bir "inşaat" muhabbetine takmışsın. 


Ama sana "Hasan Pınar" desem, "Bugsaşspor'un sol beki mi" diye sorarsın. Para çıkışlarından bahsedersin, "Stil Yapı'ya gitti, sözleşmeleri de var" desem mavi ekranda kalırsın.


"3 Tarla"dan dem vurursun, ancak o hafta için suçlandığımız üç maçtan neden sadece bir tanesinin iddianamede yer aldığına cevap bulamazsın.


Hayatında hiç Karabük'te bulunmamış Seyit İbrahim Kalender'in Karabükspor'la aramızdaki şike bağlantısı kurduğunu sanarsın.


Daha Fenerbahçe idari menajeri yerine İsveç'te yaşayan menajer Hasan Çetinkaya'yı dinlediğini bile bilmeyen kurumun attığı iftiralara inanırsın.


Tüm bunlara rağmen, suç sende değil aslında. Sana kendini bu kadar değerli hissettirende. Şimdi, ağzındaki köpük tabakasını sil, ve düşün bir zahmet "ben kimim" diye.


Bak açık açık anlatayım. 8 aydır saldırdığın Aziz Yıldırım var ya, sadece yargıda aklanmak ve biz Fenerbahçe taraftarlarını iknâ etmek zorunda. Sana karşı bir yükümlülüğü de yok, hesap verme mecburiyeti de.


Madem ki "düşsün" istiyorsun Fenerbahçe, gazeteciysen köşende yaz, ekrandaysan yırt kendini, taraftarsan yüklen federasyona, yargıya, kendi kulüp yönetimine.


Tüm gazeteler-televizyonlar, tüm kulüpler, ülkedeki tüm kurumlar. Hepiniz birleşin, alayınız gelin. Madem ki güçlüsünüz, madem ki büyüksünüz, varsa o kadar etkiniz bu savunmadan sonra ceza alsın Fenerbahçe.


Yine de uyaralım, büyüklük bizde kalsın. Psikolojine yazık, harcadığın efora yazık. Gel, sen daha fazla rezil etme kendini. 


Çünkü "biz" temiz olduğumuzu bildikten sonra, istersen milyonluk mail kampanyaları düzenle.


"Biz" Aziz Yıldırım'a inandıktan sonra, Twitter'da yırtın, forumlarda ağla, salya saç yine klavyene.


"Biz" ikna olduktan sonra, sen istersen çıplak koş evinden Taksim'e.


Ama bil ki yine sen üzülürsün, zararın en çok kendine.


Çünkü unutma ki, senden de, senin küçük beynine rağmen sahip olduğun geniş hayal dünyasından da, bu kumpası düzenleyen ve ortak olan tüm kurumlardan da büyüktür Fenerbahçe.






Onur İNAL
#sanasozyinebaharlargelecek


https://twitter.com/pikuee

19 Mart 2012 Pazartesi

Mehmet Arslan Hakkında.

Sayın Hürriyet Yöneticileri;

3 Temmuz'dan bu yana zorlu bir süreç yaşayan Fenerbahçe'nin taraftarları olarak; Hürriyet Gazetesi'nin spor sayfalarından oldukça rahatsızız. Bu güne kadar hep bu konuda bir şeyler yapılmasını bekledik, ancak herhangi bir değişiklik olmadığını görüyoruz. Fenerbahçe medya lincine uğrarken, üzülerek görüyoruz ki bu linç kampanyasına Hürriyet'in spor sayfaları öncülük ediyor. Fenerbahçe aleyhindeki her türlü asılsız haber abartılarak verilirken, rakiplerimizin haberleri açıkça hasır altı ediliyor. 

Fenerbahçe "şike" iddiaları nedeniyle katledilirken; "Kayıp 1 milyon" davası ile ilgili Özel Yetkili Mahkeme'nin verdiği "takipsizlik" kararı "Galatasaray Teşvikten aklandı" başlığıyla veriliyor. Fenerbahçe -o zamanki ismiyle- Acıbadem'in Şampiyonlar Ligi'nde finale yükselişi "Fenerbahçe Finalde" başlığıyla sunulurken; Galatasaray'ın Kupa 2 finali "Helal Olsun Galatasaray" şeklinde sunuluyor.

Rakı şişelerinin, tribünde bıçaklanan insanların, atılan şişelerle komaya giren çocukların hesabı sorulmazken Hürriyet'in spor sayfalarında Fenerbahçe'nin sahasının kaç maç kapanacağı üzerine tahminler yazılıyor.

Hasır altı konusuna dönersek ve maddeler halinde sıralarsak;

  1. TT Arena’da Volkan Demirel’e atılan rakı şişesi.
  2. TT Arena’da taraftarın bıçaklanması.
  3. Felipe Melo’nun kafası, çıkmayan kırmızı kartları.
  4. Tendona basan Elmander’in Fenerbahçe maçı öncesi cezasının indirilmesi.
  5. Mehmet Ali Aydınlar’ın İbrahim Akın’a; “Bana Aziz Yıldırım’ı ver, sana lisansını veriyim” teklifi.
  6. Galatasaray’ın usülsüz transfer girişimleri.
  7. Çift iddianame.
  8. Trabzonspor ile AKP hakkında tapelerde yazanlar.
  9. Mecnun Odyakmaz’ın Trabzonspor’dan gelen teşvik teklifini mahkemede ayan beyan söylemesi.
  10. Hüsnü Güreli’nin kameralara yakalanan “kurtarışı”
  11. Bülent Ataman’ın çırpınışları.
  12. Tapelerde geçen; Melih Gökçek’in Aziz Yıldırım’ı dinlettiği iddiası.
  13. Erdoğan Bayraktar ve Faruk Özak’ın “ince” ayarları.
  14. Lütfi Arıboğan’ın 2. ve 3. lig takımlarına ahlaksız teklifi.
  15. Trabzonspor’un Bucaspor’dan yaptığı Sercan Kaya transferi.
  16. Tapelerde geçen; Sadri Şener’in Ankaragücü’ne Gabric’i bedelsiz verme teşvik teklifi.
  17. Tapelerde geçen; Trabzonspor’un Avni Aker restorasyonu için, 1 trilyonluk işi 6 trilyon göstererek, devleti dolandırdığı iddiası.
  18. Adnan Polat ve Kayıp 1 Milyon.
  19. Soruşturmada Özel Yetkili Mahkeme tarafından görevsizlik kararı verilmesini, Hürriyet Spor’un “Galatasaray teşvikten aklandı” şeklinde manşete taşıması.
  20. Aziz Yıldırım’ın maç maç savunması.

gibi oldukça önemli haberlerin es geçildiğini, Fenerbahçe hakkındaki her şey büyütülürken bu haberlerin değerini bulmadığını görüyoruz.

Tüm bunlar, Mehmet Arslan'ın Hürriyet Spor Servisi'ne geçişiyle birlikte meydana geldi.

Hürriyet Gazetesi, daha ne kadar Galatasaray'ın ve yan kuruluşlarının kalesi olmaya devam edecek, Mehmet Arslan önderliğindeki Fenerbahçe aleyhtarlığı daha ne kadar sürecek?

Bizler Fenerbahçe taraftarları olarak tüm bu dikkatimizi çeken saptırmalar, abartılar ve hasır altı edilen haberler için artık ya tek tek izah istiyoruz; ya da istifa çağrılarımıza cevap vermeyen Mehmet Arslan ile ilgili problemi sizlerin çözmesini bekliyoruz. Çözülmediği takdirde, sosyal medyada ara ara yaptığımız boykot çağrıları süreklilik kazanacak ve tek bir Fenerbahçe taraftarı Hürriyet'e tek bir kuruş kazandırmayana kadar devam edecektir.

Saygılarımla.

Onur iNAL

fcekirge@hurriyet.com.tr
fbildirici@hurriyet.com.tr
vdogan@hurriyet.com.tr
okur@hurriyet.com.tr

2 Mart 2012 Cuma

Para Nerde?

+ Araba nerde?

- Müşteride.

+ Para nerde?

- Yarın getirecekler.



Eminim çoğunuz hatırlamışsınızdır bu replikleri. Ortada müşteriye verilen bir çalıntı araba, ancak akıbeti belli olmayan bir para vardı. Ancak bu sefer konu araba değil. Zaten filmdeki araba da “Doğan” değil, geçelim.

“ Para nerde” sorusuna cevap arıyoruz bu sefer. Suçlamıyoruz, kelle istemiyoruz, anlayıp dinlemeden “kupamızı verin” demiyoruz ve kimseyi cezaevlerine layık görmüyoruz.

Sadece soruyoruz, çünkü açıklığa kavuşması gereken durumlar var.  Ortada bir şampiyonluk, onca emek, bir tarafta üzüntü, diğer tarafta sevinçle dökülmüş gözyaşları var. Aynı tarihlerde kasadan çıkan ve nereye gittiği belirsiz, makbuzu bulunamayan 1 milyon dolar var.

Ve verilmesi gereken bir hesaba, adlî makamlar tarafından yürütülen bir soruşturmaya rağmen hesap sormayan bir federasyon. “Suçlamıyoruz” dedik, ancak hesap soruyoruz. “Kupamızı verin” demedik ancak en azından göstermelik de olsa bir soruşturma bekliyoruz. Ve açık veren hesaplara, kayıp makbuzlara, ayyuka çıkan teşvik iddialarına karşın kılını bile kıpırdatmayan federasyon yöneticileri görüyoruz.



Adaletin Bekçileri’ne gelecek olursak;

Sürecin ilk haftasından itibaren “karar” diye tutturdunuz, “adalet” bahanesiyle sürekli Fenerbahçe’ye saldırıp durdunuz, sürekli “lekesiz” geçmişinizden dem vurdunuz. O saldırdığınız Fenerbahçe’nin cezaevinde 8 aydır linç edilen başkanı, çatır çatır hesap veriyor. Bu da, verilemeyecek hesabımızın olmadığını gösteriyor. “1 milyon dolar Song’a gitti” diyorsunuz güzel de; Song’un menajeriyle yapılan yazışmada ödenmesi gereken tutarın 113.262 euro olduğu yazıyor. Millet yarın öbür gün lazım olur diye su faturalarını dahi saklarken siz 1 milyon dolarlık makbuzu kaybettiğinizi söyleyedurun; Aziz Yıldırım mahkemede resmî belgelerle konuşuyor. Kulüpten çıkan paraları gazete kupürleriyle değil, sözleşmelerle açıklıyor.

8 aydır çekmediğimiz kalmadı, ama hiç başımızı eğmedik, halen dimdik ayaktayız. Çağlayan’daki savunmalar da gösterdi ki haklıyız, kazanacağız. Üzerimize atılmak istenen çamura rağmen somut ifadeler, net savunmalarla aklanacağız. Rüzgârın şiddeti arttı, ama yönü de değişti. Aklandıktan sonra da bu sürece dahil olan herkesten tek tek hesap soracağız. Yeter ki federasyon artık seyirci kalmasın, 2006 da adam gibi araştırılsın.

Dikkat edin adaletin bekçileri;

Böyle giderse 17’ye düşürülmek istenen şampiyonluk sayımızı 19’a çıkaracağız.


Onur İNAL
#sanasozyinebaharlargelecek

28 Şubat 2012 Salı

Hangi Seyit, Hangi Hasan?

Duruşmaların ilk turu geride kaldı. 8 aydır merakla beklenen savunmalar ortaya çıktı. Halen Aziz Yıldırım’ın savunmasının tamamını okumadan sallayanlara laf anlatacak, cahille kendimizi yoracak değiliz. Savunmayı genel olarak zaten farklı bir yazıda da değerlendireceğiz. Ancak özel parantez açmadan geçemeyeceğimiz yerler var. Çünkü iddianamede öyle 2 yanlışlık var ki, davayı takip eden herkese pes dedirtiyor.

Bunlardan ilki, Karabükspor karşılaşmasıyla ilgili. İddia makamı Karabükspor karşılaşmasına yönelik iddialarını Emenike transferi ve Karabükspor camiasında etkili bir konumda olan Seyit İbrahim Kalender ile Fenerbahçe yöneticisi Şekip Mosturoğlu ve Avukat Sami Dinç arasında yapılan görüşmelere dayandırmış. Ancak işin tuhaf tarafı; Seyit İbrahim Kalender’in Karabükspor’la bırakın resmî ilişkiyi; herhangi bir şekilde manevî bağı dahi yok. Aziz Yıldırım da savunmasında buna değinmiş ve tüm Karabük halkını da şahit olarak göstermiş. Ayrıca da Türkiye Futbol Federasyonu çalışanı olan Seyit İbrahim Kalender’in Karabükspor genel menajeri Seyit İçgül’le karıştırıldığını belirtmiş.



Karabükspor maçıyla ilgili hatalar bununla sınırlı değil elbet, Emenike transferinin değerlendirilme biçimi de “mantık hatası” olarak karşımıza çıkıyor. Aziz Yıldırım savunmasında bu konuya açıklık getirirken “Transfer için onayımız vardı” diyen Karabükspor başkanının ifadesini kanıt olarak göstermiş. Yani Aziz Yıldırım özetle; “Emenike ile görüştüğümüzden Karabükspor’un haberinin olmaması zaten spor hukukuna göre de suçtur. Ancak Karabükspor yöneticilerinin haberi olduğuna göre ya ortada suç yoktur, ya da bu suça Karabükspor yöneticileri de ortaktır. Suç yoksa neden bu maçla suçlanıyoruz, suç varsa neden Karabükspor yöneticileri suçlanmıyor?” demiş.

“Pes” dedirten bir diğer yanlışlık ise Fenerbahçe Spor Kulübü idarî menajeri Hasan Çetinkaya’yla ilgili. Çetinkaya’nın Gençlerbirliği karşılaşması için menajer Doğan Ercan’la bir takım görüşmeler yaptığı belirtiliyor. Ancak görüşmeleri kaydedilen Fenerbahçe Spor Kulübü’nden Hasan Çetinkaya değil; Doğan Ercan’ın ortağı olan ve İsveç’te yaşayan Hasan Çetinkaya. Yani Doğan Ercan’ın İsveçli 2 oyuncuyu Kayserispor ve Gençlerbirliği’ne satmak için ortağı olan Hasan Çetinkaya ile yaptığı görüşmeler; Fenerbahçe idari menajeri Hasan Çetinkaya ile yapılmış olarak değerlendirilerek iddianameye yerleştirilmiş.

İddianamedeki yanlışlık ve çelişkiler bunlarla da sınırlı değil tabi ki. Ancak kabul etmemiz gerekiyor ki, bunlar en çarpıcı olanlar. Özellikle dinlemeleri yapan emniyet ve iddia makamının aslında küçük araştırmalarla dönebileceği bu yanlışlardan dönmemiş olmaları da halkın gözünde kurumların güvenilirliğini zedeliyor.

Duruşmaların ilk turu; Şekip Mosturoğlu, Cemil Turan, Mecnun Odyakmaz, Bülent Uygun, Mehmet Yenice, Coşkun Çalık ve Ömer Ülkü’nün tahliyesiyle sonuçlandı. Sevgilisini öldürdüğü suçlamasıyla ceza evinde bulunan Cihan Oskay ve üst üste verdiği 2 yanlış maç ifadesiyle dikkat çeken gizli tanık Poyraz’ın da tanık olarak dinleneceği 26 Mart’taki duruşmayı merakla bekliyoruz.


Onur İNAL
#sanasozyinebaharlargelecek

26 Şubat 2012 Pazar

FM'de Kupa Alıp Aykut Hoca'ya Sallamak..

“Özer neden oynuyor?”
“Mehmet Topuz’un orada işi ne?”
“Ziegler’in yerine Özgür Çek oynasın.”
“Stoch nasıl oyundan alınır?”

Tepkiler genellikle benzer; kimi zaman ise ortak noktada buluşmak imkânsız. Kimi zaman ilk 11’i beğenmez, kimi zaman da değişikliklere takarız. Her şeyden sorumlu tutmak var bir de kadro haricinde. Verdiği hatalı paslar için mi, yoksa yatarak müdahale etmediği için mi kızacağız?

Hepsine eyvallah. Eleştiriye eyvallah, siteme eyvallah, serzenişe eyvallah. Kökten karşı olanlar var bir de. Konuyu hatalardan ziyade meslekî açıdan ele alıp “Hoca değil” yorumunda bulunanlar. Tepki göstermek gereksiz, aksine. Düşündüğümüzde zaten farkediyoruz Aykut Kocaman’ın hoca olmadığını. Ağabey, baba, basın sözcüsü, psikolog, taraftar ve direnişin sembolü, ne derseniz deyin. Biliyoruz bu sezon teknik direktörlükten başka her şeyi yaptığı için saçlarının ağardığını.



Peki eleştirinin, beğenmemenin ötesinde hakaret edeni ne yapacağız? Hatalarını hepimiz eleştiririz ancak küfredecek kadar insanlıktan çıkanı muhatap mı alacağız? FM oynarken 2 oyuncunuz sakatlansa şevkiniz kırılır, “ne yapacağım” diye kara kara düşünmeye başlarsınız. Oyuncuyu da geçtim; sakat bir sisteme karşı dik duran bir adama “Fenerbahçeli’yim” diyen küfrederse diğerlerine ne anlatacağız?

Konuşmak her zaman kolay da; hayatınızda kaç kere federasyon başkanının suratına karşı “Bizi küme düşürün” dedikten sonra takımın başında maça çıktınız?

Takım farka gittiğinde coşarsınız, peki kaç kere 4. golden sonra saha kenarında “atıyoruz ama boşa mı gidecek bunlar” diye düşüncelere daldınız?

Taraftar olarak hepimiz kahrolduk. Ama ya tüm sezonu elindeki kadroya ve Şampiyonlar Ligi’ne göre planlamış bir hoca olsaydınız 24 Ağustos gecesi ne yapardınız?



Ruhsuzluğa kızın, ama en azından bu sene sakin olun ve taktik dehası kimliklerinizi, antrenörlük diplomalarınızı yavaşça yere bırakın. Futbolcuların mücadelesizliğini “bu mudur onur mücadelesi” diye eleştirin, ama “onur mücadelesi” üzerinden Aykut Hoca’ya sallamayın.

Çünkü Fenerbahçeli olmak, Aykut Kocaman’ın sıradan bir sözleşmeli personel değil; içimizden biri olduğunun farkına varmaktır.

Takım deplasmanda yenilgiye dayalı serîlere başlasa da en az O’nun kadar dik durmaktır.

Acıyla yoğruluyoruz, özgürlüğümüze kastedenlere, arkamızdan gaz bombası fırlatanlara, sürekli puan kaybeden takıma rağmen sabırlı olmaktır.

Ve Fenerbahçeli olmak; sadece galibiyetlerden sonra “Nasıl Koydu Aykut Kocaman” tezahuratıyla eğlenmek değil; 3 Temmuz’dan bu yana herkese koyan adama sahip çıkmaktır.


Onur İNAL
#sanasozyinebaharlargelecek

23 Şubat 2012 Perşembe

Sen Kimsin Altaylı?

Çok tepki gösterdik medyaya 3 Temmuz’dan bu yana, halen de gösteriyoruz. Ve çok bel altı vuruşa, yanlı manşete, linç kültürüyle bezeli habere maruz kaldık. Ağzıyla hacet gideren de gördük, kaleminden idrar akıtan da. Kimisi cemaatin tetikçisiydi, kimisi tiraj kaygısıyla kullandı Fenerbahçe’yi.

Ama sen farklısın Altaylı.

Tiraj kaygın olduğunu düşünsem de, en azından sana “birilerinin adamı” diyemem. Sabit durmuyorsun çünkü; rüzgârın gidişatıdır senin kalemine yön veren. Geçmişte sert ifadeler kullandığın insanlara bugünlerde “ağam, paşam” çekmen de bu yüzden.

Bu yüzdendir 2006’da devleti kazıklamakla suçladığın, hakkında “Galatasaray bu parayla kurtulacaksa hiç kurtulmasın daha iyi” şeklinde yazdığın Ünal Aysal’ın seçileceğini anlayınca “çekincelerim azaldı” demen.

Bu yüzdendir 2001’de “demokrasiyi şeriat durağında inilecek tramvay” olarak görmekle suçladığın Tayyip Erdoğan’ın artık suyuna gitmen. Wikileaks belgelerinde ortaya çıkan yurtdışı hesapları için “yalan olduğuna kalıbımı basarım” diyerek kefil olman. Yurtdışı seminerlerdeki tavrı hakkında “gurur duydum” demen. Toki Arena’da ıslıklandığında kendi taraftarına saydırma pahasına koruyup kollaman, daha sonra kendi taraftarına yaranmak için “ıslıklayan stada giremez” diyen Adnan Polat’ı “protesto hakkı” nedeniyle eleştirmen.



Dedik ya, sen farklısın. Ne fikirlerin net, ne de tavrın. Senin hakkında net olarak bildiğimiz şey ise, ebedî ve ezelî rakibimizin taraftarı olmandan ziyade ebedî ve ezelî Fenerbahçe düşmanlığın.

Hep birileriyle kıyasladık seni bu konuda, aslında yayınladığın o eşgal fotoğrafıyla zaten öne çıkmıştın. Ancak Habertürk’ün anasayfasındaki duruşma manşeti ve dünkü yazınla rakiplerinle arandaki farkı iyice açtın. Fenerbahçe’nin şerefli koltuğunu kirletmeye kimsenin hakkı olmadığını belirtmişsin; peki senin algılarına göre o koltuğu kirleten kişilere sahip çıkan Fenerbahçe taraftarını neden yağladın?

Kendini “cesur, bir şeylerin üzerine giden gazeteci” olarak addediyorsun belki de, eyvallah. Peki yazarken neden kıvırıyorsun? O eşgal fotoğrafını basmanla hak ettiğin sözleri sen bizden daha iyi biliyorsun. Buna rağmen ısrarla olayı başka yere çekiyorsun. 8 aydır sen ve senin gibiler tarafından linç edilen adam kendisini savunduğunda “o fotoğrafa giden işleri biz mi yaptırdık” diyorsun. Şimdi birisi sana canlı yayında sorsa “hangi işler” diye, “kem küm” edersin. Delikanlı gibi “şike yaptılar kardeşim” diyemezsin. Dedin diyelim, sen savcı mısın, hakim misin, ya da nesin?

“Sabıka kayıtları klasörleri dolduran adamlarla ne işiniz vardı” diye sormuşsun. O adamlarla o işlerin yapılıp yapılmadığına sen mi karar vereceksin? Onu da geçtim, yanlış olana biz de yanlış deriz pekalâ, ama sen diyemezsin. Gazetecilik görevindir, röportaj yaparsın anlarım.  Ama o yemekte ne yediniz bölücü başı’yla? Hani sen “klasörler dolusu sabıka”dan dem vuruyorsun ya; mezarlar dolusu insanın katiliyle ne işin vardı aynı sofrada?



“Gazetemi hedef gösterdiler” diyorsun; hedef göstermek ayrı, “gazete” tabirindeyim ben aslında. Ne acıdır ki, Habertürk’ü gazete, kendini de “gazeteci” sayıyorsun. Peki Alex De Souza’nın adını duyduğunda ne hissediyorsun?

Esiyorsun, gürlüyorsun. Lafa gelince mangalda kül bırakmıyorsun. Ancak Aziz Yıldırım savunmasında Türkiye gerçeklerini anlattığında “Tuhaf ifadeler” şeklinde başlık attırıyorsun. “Siyasi davaya çevirdi” diyerek aklın sıra dalga geçiyorsun. Fenerbahçe düşmanı olduğunu bilmesem seni suçlamam, sonuçta emir kulusun. 8 aydır linç edilen adam kadar dik duramıyorsun, korkuyorsun. Bir haber yapıyorsun, ardından gazeteye telefon bağlatamıyorsun. Santraldeki korkudan sesi titreyen kızların eteğinin altına saklanıyorsun.



Her ne kadar teröristin hasıyla muhatap olmuşluğun varsa da, terörist değiliz, taraftarız biz. Sen ve senin gibilere karşı savaşımızı demokratik çerçevede veririz. “Fenerbahçe düşmesin” martavallarıyla hayata geçirmek istediğiniz “Aziz Yıldırım'sız Fenerbahçe” projesini de iyi biliriz. Sürekli “ne zaman adam oluruz” diyorsun ya; sen ve türevlerini elbet bir gün o makamlardan indirip medyayı adam edeceğiz.

Son olarak, hani “külahları değişiriz” demişsin ya Altaylı; saplandığın bataklıkta bir de utanmadan tehdit etmişsin. Israr ediyoruz, değişmezsek hatrımız kalır.

Sen kimsin? 


Onur İNAL
#sanasozyinebaharlargelecek

17 Şubat 2012 Cuma

Hatun-ül Fenerbahçe!

20 Eylül 2011, hangimiz unutabiliriz ki?

O coşkuyu, binlerce kadının yanına çocuklarını da alarak saatlerce kuyrukta beklemesini, zor günlerde sevdasının peşine düşmesini, ve tüm bunları sadece 1 günde organize olarak gerçekleştirmesini hangi kelimelerle anlatabiliriz ki?

Evet, itiraf etmek gerekirse hepimiz olayın "geyik" kısmında da bulunduk. Başta "kısır" ve "ofsayt" olmak üzere tüm "hatunsal" muhabbetlere girdik. Ancak hepsi bir yere kadardı, çünkü yaşadığımız gurur, tüm bunların ötesine geçti.



Dünya medyasında yayınlanan haberler nedeniyle iştahlanan Ajax da yaptığı başvuru neticesinde 19 Ocak'taki cezalı olduğu AZ Alkmaar karşılaşmasını sadece kadın ve çocuk taraftarlar önünde oynadı. Cnn'den La Gazzetta Dello Sport'a kadar her yerde Fenerbahçe'nin kadınları anlatıldı, herkes hayranlıkla izledi.

Ve belki de en güzel yorum Globo Esporte'den geldi; "Dünyanın en güzel cezası Saracoğlu'nda yaşandı."

18 Şubat 2012; bir kere daha yaşayacağız bu gururu, bu görüntüleri. 2 bin civarı sayıyı zor toplayanların "Manisa maçında hava sıcaktı, hem tezahurat da yapamadınız" bahanelerine inat; Hatun-ül Fenerbahçe buz gibi havada, karda kışta yeniden tıklım tıklım dolduracak Mabed'i.



Tribün ahengi normal maçlardaki gibi olmasa da düşünmeyin hiç bu muhabbetleri. Senkronizasyon güzeldir, tezahurat iyidir ama yine de kasmayın kendinizi.

Çünkü asıl olay, tribün müdavimi olmaktan ziyade futbolla hiç ilgilenmediği halde orada bulunmaktır Fenerbahçe sevgisi nedeniyle.

Olay, "akşam yemeğini dışarıdan söyle, ben maça gidiyorum" demesidir bir kadının Mahmut Abi'ye.

Olay, 8 aydır boynunda iple dolaşan bir camiada cinsiyet kavramının çoktan aşıldığını bir kere daha anlatmaktır ele güne.

Hiçbir mecburiyeti yokken üst düzeyde destek vermektir zor günlerde.

18 Şubat, tüm "cemaat"lere inat destekteyiz yine cümbür cemaat.

Kaldırımda erkekler, Mabed'de Hatun-ül Fenerbahçe!


Onur İNAL
#sanasozyinebaharlargelecek

https://twitter.com/#!/pikuee

Aydınlar Bizi Gerçekten Kurtardı

Kurtarmak için geldi,

Kurtaracak,

Kurtarmaya çalışıyor,

Kurtarıyor..

Kronolojik sıralaması bu şekilde Mehmet Ali Aydınlar'a verilen tepkilerin. Lâkin Aydınlar gitti, derdi bitmedi. Bu sefer de "Fenerbahçe'yi kurtaramadığı için gitti" muhabbetleri başladı. Fenerbahçe'yi kurtarmak istediği iddia edilen adamın 7 ay boyunca uyguladığı tek somut yaptırımın da Fenerbahçe'ye karşı olması zaten muhabbetin saçmalığını anlatmaya yeter. Ancak yine de ısrarla anlamayanlar için, anlatalım.

Federasyon, Aralık ayı sonlarında iddianameyi ve 70 ek klasörü teslim aldı; 19 Ocak tarihinde Fenerbahçe'den savunma istedi.

Şimdi; klavyesinden köpükler saçılan arkadaşım. Anlat bana, kimin yönetimindeki bir federasyon tüm belgeleri teslim alıp inceleyerek savunma istemeden karar alabilirdi? Hangi federasyon eksik olduğu artık herkesçe bilinen bir etik kurulu raporuna göre herhangi bir takımı küme düşürebilirdi? Hangi federasyon yöneticisi işi aceleye getirip CAS kanadında kurumsal, adlî yargıda ise bireysel ve milyonlarca liralık tazminat davalarıyla karşılaşma riskini alabilirdi? Kısacası, bizi kurtarmak isteyen Aydınlar'ın yerinde kim olsaydı bu kararı verebilirdi?



"Şampiyonlar Ligi'nden men edilmek sizin iyiliğiniz içindi, şike kanıtlanırsa daha büyük ceza alırdınız" diyorsun meselâ. Biz temizliğimize inandıktan, ya da bu riski göze aldıktan sonra kime ne bizim iyiliğimizden? Aydınlar'a ne, seni sürekli yönlendirmeyi başaran gazeteci ağabeylerine ne, en önemlisi de sana ne?

Neden bizi düşündüğün kadar Trabzonspor'u düşünmüyorsun? Olur da sezon başından bu yana Avrupa'da elenmediği kupa kalmayan Trabzonspor, herhangi bir şey çıkarsa ceza almayacak mı? Sen değil miydin geçen sezon takımının Trabzonspor'a yenilmesi için taklalar atan? İçindeki Trabzonspor aşkı bambaşkayken nereden çıktı Fenerbahçe'yi düşünmek?

Hazır Şampiyonlar Ligi demişken devam edelim o vakit. Madem mesele adalet, madem ki olay sadece "sıfır tolerans"tan ibaret. Hadi hakkımızda iddialar olduğu için gidemedik Şampiyonlar Ligi'ne, peki neden lig 3.sü Bursa değil de Trabzonspor gitti bizim yerimize? Neden savunmadın Bursaspor'un hakkını? Bursaspor'un Şampiyonlar Ligi itirazı federasyon tarafından uyduruk bir gerekçeyle reddedildiğinde, neden mail yağmuruna tutmadın futbola dair yetkili kurumları?



Şimdi sen halen "düşme" boyutundasın işin. Kapalı kapılar arkasında Aykut Hoca'ya "eksi puan" teklifi yapan; nedenini de verdiği şike hükmüne bağlayan Aydınlar'ın Fenerbahçe'yi düşürmek istemediği doğru. Yalnız bunu Fenerbahçe'nin kurtuluşuna bağlamak tam bir düz mantık örneği. "Küme düşmemek" midir kurtuluş? Aklanmak yerine affedilmenin yaratacağı ezilme hissi bir şey ifade ediyor mu? Fenerbahçe'yi kurtaracak olan, Fenerbahçe'nin onurunu zedelemek isteyen adam mı?

Hadi hepsini geçtim, kümede kalmak "kurtuluş" olsun; kendine göre şike yapıldığından emin olan, "Kişilerle kurumları ayrı tutmaktan yanayım" diyen ve Fenerbahçe'yi küme düşürmek istemeyen bir federasyon başkanı düşün. Aklında bir şeyler oluştuysa iyi, devam edeyim.

58. madde değişikliği geçmediği için, mevzunun küme düşmeme ayağı şimdilik rafa kalktı. Peki kalkmasaydı Aydınlar ne yapacaktı? Savunma dahi almadan vardığı şike hükmüne göre kişilere ceza verip kulüplere bulaştırmayacaktı. Yani Aziz Yıldırım'ı futboldan men edip; Fenerbahçe'yi ligde tutacaktı. Aziz Yıldırım, Fenerbahçe'den uzaklaştırılacaktı.



Peki süper lig'de devam eden ve Aziz Yıldırım'sız bir Fenerbahçe'yi kim ister? Bakman gereken yerleri söyleyeyim, ilişkiyi de sen kur.

2009'daki başkanlık seçimine bak, Aziz Yıldırım'ın o seçimdeki rakibine bak. O rakibin mensup olduğu ailenin ilişkilerine bak.

Yandaş medya kimlerin yandaşlığını yapıyor, Rasim Ozan'lar, Baransu'lar kimlerin adamı, ona bak.

Fenerbahçe'nin yerine Şampiyonlar Ligi'ne gönderilen Trabzonspor'un Wikileaks belgeleriyle sabit para ilişkisi kimlerle, buna bak.

Şimdi senin kafan karıştı, 3 sorunun cevabının da aynı olmasını "tesadüf" olarak nitelendiriyorsun; ki içindeki çoğunlukla mantığının da önüne geçen önlenemez Fenerbahçe düşmanlığı bunu gerektiriyor. Hele bir mayıs ayı yaklaşsın; Fenerbahçe'nin başkan adayları ortaya çıksın, daha iyi anlayacaksın.

Ve birilerinin Fenerbahçe'deki mayıs kongresine daha rahat girmesi için zemin hazırlamaya çalışan, bunu da "Fenerbahçe'nin menfaatleri"yle açıklayan Aydınlar'a dönersek tekrar. Amacı Fenerbahçe'yi kurtarmaktı ya hani; doğrudur, Fenerbahçe'yi kendisinden kurtarmıştır.

Aziz Yıldırım'ın da "Asla Fenerbahçe Başkanı Olamayacaksın" diyerek hislerimize tercüman olduğu gibi, şükür ki Fenerbahçe'yi kendisinden yoksun bırakmıştır.


Onur İNAL
#sanasozyinebaharlargelecek

https://twitter.com/#!/pikuee

16 Şubat 2012 Perşembe

Hayırdır Sporx?

Aslında 2-3 gün öncesinin konusuydu bu yazı ancak malumunuz; davamız var. Silivri telaşı, Başkan'ın açıklamaları derken bugüne kaldı. Konu yine medya, yine medyanın kamuoyunu aleyhte yönlendirmesine bir eleştiri, ya da tepki. Tanımlamak size kalmış. Ancak bu sefer "yandaş medya" veya "bir kısım medya" şeklinde birkaç basın kuruluşu yerine tek bir platform üzerinden gideceğim; Sporx'in.

Evet, özellikle yorum sisteminden oldukça şikayetçi olsam da sürekli kullandığım bir platform aslında. Yazdıklarımın, fikirlerimin birilerine ulaşabilmesi de halen kullanıyor olmamda etkili. Ve hepimiz kızıyoruz zaman zaman haber içeriklerine, tık sayısını arttırabilmek için kullanılan küçük başlık oyunlarına. Fakat geçen hafta 2 örnek vardı ki; sanırım daha önce Fenerbahçe de dahil hiçbir takım için bu derece yanlış yerden bakılmamıştı olaya.

Bunlardan biri, Mehmet Ali Aydınlar'ın 32. Gün programında söyledikleri üzerine atılmış olan "Fenerbahçe'yi Düşüren Başkan Olarak Anılmam" şeklindeki başlıktı. Konuşmayı incelediğimizde görüyoruz ki evet, böyle bir ifade gerçekten kullanılmış. Söz konusu paragrafa baktığımızda ise ifadenin tümünü görüyoruz.



"Fenerbahçe'nin müzesindeki en büyük kupayı ben getirdim. Fenerbahçe'yi düşüren başkan olarak anılmam."

Fenerbahçe Acıbadem'in kazandığı Dünya Şampiyonluğuna vurgu yapıyor Mehmet Ali Aydınlar. Okuduğunu anlamayanlar için biraz daha açalım. Diyor ki; "Ben, Fenerbahçe'yi düşüren değil, O'na en büyük kupasını kazandıran adam olarak anılırım. Kazandırdığım başarıya odaklanır herkes."

Anlama konusunda herhangi bir şekilde sıkıntı çekmeyen birinin o 2 cümleden çıkaracağı sonuç, budur. Basit bir neden&sonuç ilişkisi bir nevî. Ve bu kadar basit bir ilişkiyi kurmaktan yoksun birinin Sporx'te, hele ki önemi bu derece haberlere atılacak başlık konusunda yetkili pozisyonda çalıştığını düşünmek saçma olur. Yani ortada herhangi bir yanlış anlama yok, "kasıt" desem ağır olmaz.

Aslında bunu en basitinden "tık sayısı" artmasına yönelik bir hamle olarak değerlendirebilirdik. Ancak bu amacı taşıyan haberlerin çoğunun altında okurların başlığa, bu tip kelime oyunlarına olan tepkisini okuruz. Ve bu haberde tepki kelime oyununa değil, Fenerbahçe'ye. Çoğu kişi yazının bırakın tamamını, sadece o paragrafını dahi okumadan "Aydınlar Fenerbahçe'yi düşürmedi" çizgisinde birleşti. Akil düşünebilen her insan 400 sayfalık iddianameyi ve 70 klasör ek delili aralık ayı sonlarında teslim alan bir federasyonun; tüm bunları ayrıntılarıyla inceleyip savunma almadan hiçbir takımı düşüremeyeceğini bilir. Fakat maalesef bunu dahi düşünebilmekten aciz onca insan varken, Sporx attığı bu başlıkla cehaleti körükledi, Fenerbahçe'yi bir kere daha "anti" kesimin önüne attı.



Her şeye rağmen bu başlığı bir hata olarak görebilirdim, görebilirdik. Ancak Rıdvan Dilmen'in 11 Şubat Cumartesi gecesi Mehmet Ali Aydınlar'a hitaben söyledikleri hakkında yapılan haber, öncekinin üzerine tuz biber ekmek bir yana, açık bir şekilde bel altı çalışmaktı.

Çünkü Rıdvan Dilmen o gece, Aykut Kocaman'a yapılan ahlaksız teklifi, ve Aykut Hoca'nın bu teklife verdiği red cevabını birebir tanıklığıyla anlattı. Fenerbahçe'nin hocası, federasyon başkanının yüzüne açık ve net olarak "Düşürün bizi" demişti, büyük olaydı.

Fakat Sporx ne yaptı? Aykut Hoca'nın tarihi cevabı veya Aydınlar'ın çirkin teklifi yerine teklifin nedenini ön plana çıkardı. Ahlaksız bir teklife karşı sergilenen asil duruş yerine; bir federasyon başkanının henüz savunması dahi alınmamış insanların suçluluğuna yönelik iddiasını manşete çekti. Ve maalesef manşetin altındaki açıklama kısmında konuya açıklık getirmedi.

"Yöneticileriniz Şike Yapmış" şeklindeki bir başlıkla açıktan açığa yorum katmasa da suçluluk yönünde algı yaratanlar, okuyanlara "vaay, yapmışlar demek ki" dedirtmeyi başaranlar; ne teklifin ahlaksızlığına, ne de bir federasyon başkanının savunması dahi alınmamış insanları suçlamasına herhangi bir yorum getirmediler.

Bu, yandaş basının izlediği yola sapmaktır. Bu, kamuoyunu Fenerbahçe aleyhine yönlendirmeye çalışmak ve bunu başarmaktır. Bu, yargısız infaz fikrinde olan bir yetkilinin fikirlerine destek olmak kadar; Aykut Kocaman'ın sergilediği duruşa karşı işlenen bir ayıptır. Mesele tüm kadroya mal edilemez; birebir tanımasam da Fenerbahçeli'liğini bildiklerimiz de var burada. Ancak bu başlıkları attıran her kimse, art niyetlidir. Özellikle ardı ardına gelen 2 önemli haberdeki 2 başlıkla aynı amaca ulaşılması nedeniyle söyleyebilirim ki; kasıt vardır.

Sürecin başından bu yana genellikle yorum katmadan bilgi veren Sporx'in, hele de duruşmaların başlangıcına, savunmanın konuşmasına sayılı gün kala yandaş medyanın amaçlarına yaptığı katkıyı görünce de sormadan edemiyor insan.

Hayırdır Sporx;

"Çorbada tuzumuz bulunsun" mu dedin?

Onur İNAL
#sanasozyinebaharlargelecek

https://twitter.com/#!/pikuee