10 Şubat 2013 Pazar

Gol

Diğer günlerden iş yükü anlamında çok ekstrası olmasa da yorucu bir mesaiydi. Niyeyse bitmek bilmedi gün. 23:00 gibi çıktım, yeni günün ilk dakikalarında eve vardım. Oturdum hemen bilgisayarın başına, henüz işteyken duyduğum ve beni içten içe heyecanlandıran o paylaşımı gördüm hemen, tıkladım.

Orta geliyor sağ taraftan, bir adam yükseliyor penaltı noktası yakınlarında. Buluyor ağları, kafayla. Tanıdık bir yüz, içimizden biri. Onlarca kez izledik benzerini, ama bir başka bu seferki.

Sevinç nidâları yükseliyor tribünden, duyuyorum ama anlamıyorum. Hani "anlıyorum ama konuşamıyorum" vardır ya, öyle değil işte. bayağı bayağı anlamıyorum. En azından "gol amınakoyayım gol" diye bir ses yok içlerinde, biliyorum.

Sonra beyaz ağırlıklı formanın yeşil detaylarına takılıyor gözüm. Lâciverte benzetmeye çalışıyorum, olmuyor. Renk ayarlarında sorun yok aslında, biliyorum. Çünkü lâciverti bulsam, golden sonra tribüne koşarken kolundan çekiştiren bir Mehmet Topuz bulamıyorum. Emre'yi bulamıyorum Alex'in yanında, Semih'i göremiyorum.

Spiker yok videoda, ama olsa ne farkeder ki? Melih kardeşler orada değil, görüyorum. Bir daha asla Ercan Taner'i çıldırtamayacak, biliyorum.

"Yok böyle bir gol" repliğini duyamayacağız meselâ artık.

Bir Allah'ın kulu "Bi' de aşırtma gol, daha ne yapsın?" diye sormayacak.

Attığı hiçbir gol "Alex o kalabalığın arasında samba yaptı" ifadesindeki kadar değerini bulmayacak.

Anlamadığımız bir dilde seveceğiz artık, kuru kuru izleyeceğiz, hasretle bakacağız.

Yaptıklarını uzun uzun izleyip, yazdıklarını içimize çeke çeke okuyacağız.

Bir kalbimizdeki yeri değişmeyecek asla, bir de dilimizdeki "keşke"ler.

Hep "sahip çıkamadık" diye kendimize kızacağız.

Ne zaman bir asistini görsek, bir golünü izlesek,

Ne zaman birilerini ipe dizse o güzel adam,

Biz yine o ilk güne döneceğiz.

Yine kumpasları, kuyu kazmaları, o iğrenç karalamaları hatırlayacağız.

Ne açıkça düşmanlık besleyenleri, ne satılık kalemleri, ne de iktidara yaranmak için küfredenleri unutacağız.

Ama bir gün,

Elbet bir gün iki gözüm,

Elbet bir gün "adalet" tecelli edecek.

Sen krallar gibi gittin, sana bunu yapanlar başı önde gidecek,

Sen geri gelmeyeceksin, hasretin dinmeyecek.

Ama işte o gün, biraz huzur bulacağız.





Onur İNAL

https://twitter.com/pikuee

27 Ekim 2012 Cumartesi

Limassol Maçının Ardından Hortlayan Aykut Hoca Düşmanlığım, Hainliğim, İhanetim



Kalecin 5 tane top çıkartırken çeyrek porsiyon futbolun anca kornerden gol atabilmiş, bizimkiler hala o "şerefsiz!", bu "Aykut Hoca düşmanı!"

Evet, uzun olsa da yazının başlığı bu olmalıydı belki de.. Öncelikle şunu belirteyim, ne İstanbul'un tribün çocuklarındanım ne de 3 temmuz'un kanaat önderlerinden. Çocukluğum Aykut Hoca'ya, gençliğim Alex de Souza'ya, son 2-3 yılım ise ikisine birlikte tapmakla ve SEN BİZİM KOCAMAN UMUDUMUZSUN demekle geçti. Aziz Yıldırım mevzusu ise bambaşka. O konuyu özet geçecek olursam günahım kadar sevmediğim Aziz Başkan'ın (hizmetlerinden bağımsız olarak söylüyorum) haksızlığa uğradığını düşündüğüm için 1 yil boyunca yanındaydım.

Gelelim asil konuya, son zamanlardaki şahsi derdim su tanımların açık açık yapılması: Aykut Kocaman düşmanlığı nedir? Ne dersen Aykut Kocaman düşmanı oluyorsun? Ben eleştirirken hangi noktada Aykut Hoca ve Fenerbahçe düşmanı oluyorum? Hangi lafın ötesine geçersem hainim? Bunun bir ölçümü var mi? Varsa ölçen bi' cihaz, kimin elinde? Aykut Hoca'yı 2010-12 yılları arasında yaptıklarıyla bas tacı ettiysem su an oynattığı futbolu beğenmeme lüksüm yok mu? Aykut Kocaman'la yolların ayrılması taraftarı değilim zira şu anda kimi takımın başına geçirirsen en az 2 ay daha takımın adaptasyon sorunu olacak. Hal böyleyken, Aykut Hoca'nın gitmesini istemeyen biri olan bana ayrılmasının gerektiğini düşündüğümde ne olur ise bu isteğimin yadırganmayacağını söyleyin lütfen.

Akademisyen bi' abimiz "ne çok Köln Spor Akademisi mezunu taktisyen varmış" diye tweetledi Limassol maçı esnasında. Hayata dair muhalif bir kişiliği olan bu abimiz (ki severim kendisini) farkında değil ki tam da ülke muktedirlerinin "çok konuşma, sen anlamazsın, işine bak" havasındaki söylemiyle konuştu dun aksam. Bugün ben Köln Spor Akademisi mezunu olmadığım için Fenerbahçe'nin futbol oynayış biçimini Twitter'da dahi eleştiremeyeceksem yarın bi' siyasi çıkıp "ne çok siyaset bilimi mezunu varmış, cok mu anlıyorsunuz siyasetten?" derse sesimi hangi hakla çıkartabileceğim? İste son zamanlarda beni en çok üzen şey Fenerbahçe'nin futbolundan ziyade, hayata dair muhalif olan kişilerin, konu Fenerbahçe ve Aykut Hoca olunca çok garip bir şekilde eleştirinin e'sini dahi kabul edemiyor oluşu...

Abicim, Limassol maçında bilhassa ilk 70 dk (ve bu sezonki birçok maçta) oynanan futbol ortada. Üstelik ben bu futbolu (keyfimin kahyası olmadığınız için) beğenmek zorunda da değilim. Beğenmeyince neden düşman oluyorum o da belli değil. Limassol maçı özelinde konuşacaksak, maç esnasında attığım birkaç tweette de belirttiğim gibi, takımda kimin, hangi sebepten ötürü hangi mevkilerde oynadığını anlayammadım. Dahası ve asıl sorun, futbolcular kendilerine verilen görevleri yapmaya çalışıyorlar. Yani Caner'e sol açık'tan sağ iç'e kadarki bir bölgede koşma görev verilmiş. Ömru billah sol açik oynayan ve kendine o görev verilse vasatın üzeri oynayacak olan adamdan baya anlamsız ve zor bir is yapması isteniyor. Keza Sow ve Kuyt... Bu adamların olduğu bir forvet hattı normal şartlarda maç başına 6-7 pozisyona girmesi lazım. Üstelik, Stoch, Krasic, Meireles de bu kadroya ait ve bir ay Öncesine kadar Alex de bu takımdaydı. İsmen bu kadar heybetli ve sağlı sollu komple bir hucum hattı Avrupa'da 10 takımda bile yokken bu isimlerin oynadığı takim maç başına ıkına ıkına 2-3 pozisyona giriyorsa bana ne yavşak basının Fatih Terim yalakalığından? Bana ne Fatih Terim'e saygı duyup Aykut Hoca'ya babalarının oğluymuşçasına davranmalarından? Yani özetle bana ne Fatih Terim'den ve onun maço tavırlarının futbol üzerindeki etkilerinden? Bu kadar alakasız iki konu olabilir mi? Beni bu noktada ilgilendiren şey şudur arkadaş: Eldeki para verimli kulalnılmış mı kullanılmamış mı? Maç başına 2-3 pozisyon bulabilen takımın hucum hattı için bu kadar para harcamaya gerek olmadığını düşünüyorum. Bu kadarcık pozisyona Bienvenu ve Semih'le giremeyeceğimizi düşünen varsa da sabaha kadar futbol tartışmaya hazırım. Ben Fenerbahce'nin Limassol takımıyla oynarken "evvela yenilmeyelim de..." zihniyetinden çok "ilk yarıdan iki tane sallayalım ki pazartesi günü Antalya maçına topçular zinde kalsın, o maç kolay geçsin" zihniyetini tercih ederim. Derseniz ki Limassol mahalle takımı mı, o zaman da aynı kapıya çıkarız: Seni yenebilmek icin 2 lira yatırım yapan Limassol'a, "evvela yenilmemek" için 10 lira harcıyorsan ben orda tabi ki "n'oluyo lan?" derim.

Siyasi konulara girmek gibi bir amacım yok ama sosyolojik ve psikolojik olarak düşündüğümüzde, bu kat-i suretteki kollamacı davranış, başbakanı eleştirirken iyi yaptığını düşündüğü şeyler için onu ölümüne savunan Akp seçmenine benziyor aslında. Ben dünkü 0-1 'lik skoru alkışlarsam kendimi duble yollara şakşakçılık yapan ama insan hak ve özgürlükleri konusundaki dünya sefili halimize gözünü kapayan seçmenle kendimi bir tutarım. (o seçmene hakaret etmiyorum, kendi açımdan bir konunun tutarlılığını değerlendiriyorum)

Veya, paranın etkili ve verimli kullanımı açısından bir başka benzetmem de şu olabilir... Ankara'da Melih Gökçek malumunuz... 17 yıldır kendisi başkan ve dünya kadar konu başlığında dünya kadar para harcamıştır. Bu adam ve seçmeni yapılan dünya kadar alt geçitle övünüyor. Bense işimden evime hepi topu 15 km'lik yolu arabayla 80 dakikada gidiyorum. Yürüsem de maksimum 120 dakika falan sürer herhalde. Dolayısıyla, yürüme ve araçla gitme arasındaki bu fark için belediyenin aylarca yol çalışması yapmasının ve biz vatandaşların dünya kadar benzin masrafı yapmasının bir anlamı yoktur. Ha keza 10 kusur yıldır akıtılan paralar ve bitmeyen metro çalışmaları... Bu şartlar altında Melih Gökçek'e bitirdiği (ancak işime zerre kadar yaramayan) alt geçitleri için minnet mi duymalıyım?

Peki alakasız gibi görünen önceki iki paragrafı niye yazdım? Yazının sonlarına gelmemize rağmen halen anlamamış olanlar için izah etmekte fayda var: Bu yazı, hayata muhalif bakış açılarından bakıp, dünya görüşü olarak her şeyi sorgulamayı düstur edinmiş kimselerin, konu Fenerbahçe olduğu zaman (biat edercesine) yukarıda sorgulanmasını düşündüğüm şeyleri neden görmezden geldiklerine anlam veremediğimi belirtmek için yazılmıştır. Ve yazının asıl amacı insanların sorgulayan yasam biçimlerine dönmelerini istemem, dönmeseler dahi sorgulayanlara "hain" , "düşman" vb. sevimsiz sıfatlar koymalarını reddediyor olmamdır.

Son olarak, Limassol maçı ardından yeri gelmişken bir paragraf da Selçuk Şahin'e ayıralım. Son 10 yılda, Ümit Özat'la birlikte, Fenerbahçe'deki yüksek olan teorik bilgisini pratiğe dökemeyen başlıca oyuncudur Selçuk Şahin. Lâkin tek bir maçta bile kendine verilen görevi yapmaya çalışmaktan kaçmamıstır. Ne aşırı yetenekli olmayışı ne de ilk 11'de görev alması Selçuk'un elinde olan konular değildir. Bir şirketin sahibi olduğunuzu düşünün, hesap sormaya hiyerarşik düzene uygun olarak CEO'dan başlayın lütfen, işçiden değil. Ter akıtan işçiyi ıslıklayan ve onun yeteneğiyle dalga gecen adam olmayınız, değilseniz, o tarz adamlarla işiniz de olmasın.

Not: Peşinen belirteyim, pazartesi günü Antalyaspor maçı var. Eleştirdigim zihniyet, maçı 3-0 falan kazanırsak "n'oldu lan? Koyduk mu? Susun artık!" diyecek olan ve yazıyı hiç anlamamış olanlardır.

Çubuklu kalınız...



Onur AKSOY

www.twitter.com/onur_aksoy_

15 Ekim 2012 Pazartesi

Kim İnanır Senle Ayrıldığımıza?

12 Ekim Cuma, 18:30 civarında buluşuyoruz kız arkadaşımla, Edirnekapı'da. Hafta içi akşamları genellikle Vatan'da buluşup birer çay içerken, neden Edirnekapı'dayız biz o akşam, bilmiyorum.

Metrobüs istikamet, istikamet Anadolu toprakları. Biniyoruz metrobüse, geçiyoruz karşıya. Uzunçayır'da iniyoruz, bir otobüs geliyor daha sonra. E-10 numarası, "S.GÖKÇEN HV.LM." yazıyor tepesinde, biniyoruz. Bir soru daha takılıyor aklıma; neden bu otobüsteyiz biz? Neden Sabiha Gökçen'e gidiyoruz?

Ne kadar sürüyor yolculuk, bilmiyorum. Bir süre sonra iniyoruz otobüsten, koca bir alan. Biraz yürümemiz gerek ama asıl ulaşmamız gereken yer için, öyle de yapıyoruz. Tezahuratlarla ilerlerken, karşıda kalabalık, kıpkırmızı bir alan görüyoruz. Gökyüzünü fişekler aydınlatıyor, el ele yürüyoruz kalabalığa doğru, aralarına karışıyoruz.



Arkadaşlarımız var orada ve onca insan, tanımadığımız. Aynı şey için gelmişiz hepimiz, renklerimiz ortak ve o akşam için en çok da acımız. Farkında değiliz ama orada bulunma nedenimizin, en azından ben farkında değilim ne yaptığımın.

Halbuki Edirnekapı'da sevgilimle buluştuğumda da, Sabiha Gökçen otobüsüne bindiğimde de kafam yerinde, biliyorum ne yaptığımı. Daha doğrusu bildiğimi sanıyormuşum, onu da alandaki tezahuratlar esnasında fark ediyorum.

Yüzüm değişiyor bir anda, yanımdakilere dönüp "Ne yapıyoruz ulan biz burada" diye soruyorum. Mal gibiyim o anda, akşam 18:30'dan itibaren attığım her adım boş, her hareketim bilinçsizmiş. O an anlıyorum.

Bir hareketlenme oluyor sonra, bir adam çıkıyor kalabalığın önündeki platforma. Yanında eşi, kızları. Omzunda 2 yaşındaki oğluyla bir adam beliriyor karanlığın içinde, ve kıyamet kopuyor. Meşaleler, fişekler yeri göğü kızıla boyuyor.



Daha dikkatli bakıyorum, platformda bize doğru el sallayan bir adam.

İlk tanışmamızda, Brezilya formasıyla Rüştü'yü avlayıp "alsak ya şu adamı" dedirten adam.

Aldığımızda bizi heyecanlandıran, topu ayağına ilk alışında topla birlikte aklımızı da alan adam.

Rakam verip kafa açmayacağım, istatistiklerin ağzına ağzına vuran adam.

Hareketleriyle, golleriyle taraftarından spikerine, rakibinden yöneticisine herkesi şekilden şekle sokan adam.

Bizi defalarca sokaklara döken, sevinçten delirten, her bakışıyla, her duruşuyla içimize işleyen adam.

Daha bir gün önce evinin önünde sarıldığım, sarılırken "kaptan çok seviyorum ben seni" dediğim adam.

Anlıyorum nihayet, dank ediyor kafama. "O adam"ı uğurluyorum ben orada. Ama Mabed'de değiliz, Çubuklu yok üzerinde Kaptan'ın. Oradaki varlığımız da dahil olup biten her şey inanılmaz derecede saçma.

İniyor sonra "adam" platformdan, uçağa biniyor. Havalanıyor uçak, görmüyoruz biz o esnada. "Gitti" diyorlar sadece. Söylemesi, dinlemesi o kadar kolay ki, peki ya hazmetmesi?



Gidiyor iki gözümüz, canımızın içi, gidiyor "adam."

Aklımızı da alıyor o ilk topla buluştuğunda yaptığı gibi, götürüyor yanında.

Düşlerimizi götürüyor, sevinçlerimizi;

Belki de ellerinde yükselecek bir Avrupa Kupası hayallerimizi.

Çocukluğumuzu götürüyor, ilk gençlik heyecanlarımızı.

Umutlarımızı götürüyor, gözyaşlarımızı.

Çubuklu baki kalır elbet ama, alıp götürüyor bir yanımızı.

Biniyor uçağa, gidiyor "adam."

Dönüyoruz otobüse, aklımızda bambaşka hayaller.

2 sene sonraki jübilesi, vakti geldiğinde giyeceği takım elbisesi.

Ama olmuyor yine de, hazmedemiyorum. İdrak yollarım kapanmış, almıyor aklım olan biteni.

Halen 1 Ekim günündeyim, hem kim inanır senle ayrıldığımıza?

Ben de inanamıyorum işte, başa sarıyorum sürekli.

Ve biliyorum..

Biliyorum ki kolay değil bu kadar, böyle bitmeyecek.

Dilimizde sürekli aynı nakarat, huzurlu ol oralarda güzel adam;

"Sana bunu yapanlar hesap verecek."







Onur İNAL

27 Eylül 2012 Perşembe

Dış Hatlara Hangi Yüzle Geleceksiniz?

"Aman bölünmeyelim."

"Bugün yarın hallolur."

"Açılışta öpüşüp barışırlar."

"Yarın ilk 11'de başlatır, sorun kalmaz."

"Çıkarken hocasının elini sıksa bari."

Derken olan oldu ve Alex De Souza geçici polemiklerin de ötesinde "hedef adam" haline getirildi Fenerbahçe'de. Ama basit, ufak tefek durumlarla değil, tek bir konudan dolayı değil. Öyle bir imaj yaratıldı ki Kaptan için, öyle böyle değil.

Atış serbest artık. Her şeyin suçlusu Alex, kaybedilen puanın, kötü oyunun, ruhsuzluğun.

Oynaması, oynamaması, sonradan girmesi, oyundan çıkması.




Ama artık yeter. Bir durun, sakin olun zira artık eşeğin kulağına sabunlu su kaçırdınız.

Biz de Alex'in bu süreçte hataları olduğunu kabul edeceğiz bir müsade etseniz, lâkin eleştirinin dozunu kaçırdınız.

Sadece eleştirseniz, eyvallah. Ancak medyanın tüm bel altı vuruşlarına karşı sessiz kaldınız. Dahası, bel altı vurma eylemlerine siz de elinizden geldiğince katıldınız.

8 yıl boyunca "koşmuyor" diye eleştiren medyaya küfreden sizler, tam da bugünlerde "koşmuyor" bahanesine sığındınız.

"Bu adamın formu neden düştü, canı neden sıkkın" demediniz, "kötü" deyip geçtiniz. 2 hafta öncesine kadar arkasındaki boşluk nedeniyle top alamadığını siz de gördünüz lâkin işinize gelmedi, atladınız.

Bülent Korkmaz'ı, Hasan'ı, Ergün'ü jübilesiz gönderdi diye Galatasaray'a "vefasız" dememiş gibi, onların zihniyetiyle konuşup "yaşlılık" vurgusu yaptınız.

Ne takımı karıştırmaması kaldı, ne ihaneti, ne ruhsuzluğu. "Golü bilerek atmadı" diyen mi ararsın, bir tek kendisinin pozisyon yaratabildiği maçta "çok kötüydü yea" diyen mi.

"Aldığı parayı hak etmiyor" diyen var. Hadi bununla kalsa neyse de, 8 yıl boyunca aldığı maaşı hesaplayıp Lira'ya çevirerek hesap soran var yahu.




Bir "hocasına saygısızlık yaptı" muhabbetidir gidiyor. Çünkü durduk yere çıktı bu polemik. Aykut Kocaman daha sezon başlamadan, takım çime ayak basmadan "süresini azaltacağız" demedi. "Arada dinlendirmek" ayrıdır, S. Moskova maçından çok önce, form durumuna dahi bakmaksızın peşinen "oynatmayacağım" diyerek Alex'e "bitik" muamelesi yapmadı. Hakaret edercesine "Sen bu maçların adamı değilsin" mesajı vermedi. 2 sene önce geldiğinde de kendi futbolculuk döneminin "7 yılda 2 şampiyonluk"la geçmesine bakmayıp "5 yılda 1 şampiyonluk" şeklindeki ucuz bahanesiyle takımdan kesmeye çalışmamıştı.

Ki zaten Alex geçen sezon Mart'a kadar sıkışık giden fikstürde takımı sırtlayan isim olmamıştı.

Yeri geldiğinde 12 günde 4 maça, yeri geldiğinde 16 günde 5 maça çıkmamıştı.

Lig bittiğinde 29 yaşında olan Alex, 4 ayda 6 yaş birden atmıştı.



Ama beyler, gelin sizinle açık konuşalım. Sizin derdiniz "Fenerbahçe'nin menfaatleri" değil. Öyle olsa Alex'i eleştirirken hiç değilse sorunun başlangıç noktasına da bakardınız. "Hocam sen de ne yapıyorsun" diye bir sorardınız.

Alex'in sorun yaşadığı kişilerin teknik direktör ve başkan olması da değil sizin derdiniz ki makamlardan ziyade makamlarda oturan kişiler.

Çünkü Alex aynı sıkıntıyı Aykut Kocaman'la değil de Daum'la, Aragones'le yaşasaydı bırakın Alex'te hata bulmayı, "az bile yapmış" derdiniz. Yıllardır antrenör beğenmeyen sizler; bir anda "hocanın kararıdır, karışılmaz" noktasına geldiniz.

Çünkü Alex'i "twit atıyor" diye eleştirdiniz ama; Fenerbahçe'yi 1 sene linç eden Beyaz Tv'ye, resmî kalemşörü Alaattin Metin'e Alex'i yem ettiğinde Aziz Yıldırım hakkında tek kelime dahi edemediniz.

Ogün Altıparmak Alex'e resmen "hain" dedi, biriniz de "hop ne oluyor" diyemediniz.

Çünkü Ogün Altıparmak 3 Temmuz sürecinin bayrak adamlarındandı. İçim çok rahat, elimizden gelen desteği biz de verdik. Ancak sırası geldiğinde görevini yapmayan yönetimi de eleştirmeyi bildik.  Sizin tarafta ise işler öyle olmadı, ne yazık ki hepinizin aklı 3 Temmuz'da kaldı.

"Süreç devam ediyor, başkanı destekleyelim" derken Alex'i ezdirdiniz, ezdiniz.

Aykut Kocaman'dan daha fazla alternatifi olduğu ve "şike" çamuru kendisine kadar sıçratıldığı halde gitmeyen Alex'in duruşunu unutup, tek dik duran Aykut Kocaman'mış gibi gösterdiniz.



Şimdi tutalım Alex'i, boşaltalım banka hesabını, olmadı haczedelim.

Alalım tüm paramızı geri, ama o da geri alsın yazdığı tüm mektupları.

Unutalım yaşadığımız tüm sevinçleri, mutluluktan ağlayışlarımızı, çıktığımız konvoyları.

Feshedelim sözleşmesini, gönderelim apar topar memleketine geri.

Yalnız beyler, farkında mısınız bilmiyorum ama uyandırayım.

Çok ayıp ettiniz.

Alex'in efsaneliği bitmez, tabeladan ziyade ruhumuza işledi artık.

Yine taparız, severiz, hak ettiği gibi de göndeririz.

Ama sizler?

Peki ya "bölünmüş görünmeyelim, aman başkana, hocaya laf gelmesin" muhabbetine medyayla bir olup Alex'i linç eden sizler;

Dış hatlara hangi yüzle geleceksiniz?


Onur İNAL

https://twitter.com/pikuee

31 Ağustos 2012 Cuma

Ayaklar Altında Değil, Omuzlar Üzerinde

"Parasını alamadığı için sorun çıkardı."

"Hocasına maçtan önce "hazır değilim" dediği halde basının karşısında "hazırdım, şans verilseydi oynardım" dedi."

"Oynamayacağını nedenleriyle birlikte bildiği halde bilmiyormuş gibi davrandı."

"Zico'yu başkan'a şikayet etti."

"Disiplinsiz."

"Takımın hücumda ağır kalmasına neden oluyor, mücadele gücünü düşürüyor."

"Takım içinde sorun yaratıyor, takım arkadaşları da bundan rahatsız."

"Kendisini Fenerbahçe'nin üzerinde görüyor."

Yazılı ve görsel basını takip etmeyen herhangi birine yukarıdaki satırların Alex De Souza hakkında yazıldığını-söylendiğini anlatsak ağzıyla gülmez. Öncelikle onu bir belirtelim. Başka bir yeriyle de gülmez, zîra gülünecek değil, yakası açılmadık küfürler ettirecek türden ithamlarda bulunuldu son 1 hafta içerisinde Kaptan'a.

Fenerbahçe'nin futbolcudan öte bir değeri yerden yere vuruldu, orantısız güce maruz kaldı, linç edildi.



Ve tüm bunların üzerine Fenerbahçe Spor Kulübü resmî internet sitesinden "Son günlerde takım Kaptanımız Alex De Souza hakkında medyada çıkan hiçbir haber gerçeği yansıtmamaktadır. Oyuncumuza bu derece çirkin ve ağır ithamlarda bulunan medya organlarını şiddetle kınıyor, haklarında hukuksal yollara başvuracağımızı kamuoyuyla paylaşıyoruz." şeklinde bir açıklama gelmesini bekledik haliyle.

Öyle ya, Aziz Yıldırım hakkında çıkan en ufak olumsuz haberlerin kınandığı, uyduruk transfer haberlerinin yalanlandığı, düğün dernek duyurularının dahi yapıldığı resmî sitede, en azından Kaptan'ı koruyacak bir metin yayınlanırdı herhalde.

Yayınlanmadı.

Bildiğiniz yayınlanmadı. Kaptan en ufak şekilde korunmadı. Bayağı bayağı linç edilmesi izlendi. İzlenmekle kalınsa yine iyi, bizzat Aziz Yıldırım tarafından Beyaz Tv'de Sinan Engin, Akşam Gazetesi'nde Alaattin Metin eliyle linç ettirildi.



Ki Mabed'in "Semih Şentürk" sesleriyle inlediği günlerde hoca'sını korumak aklına dahi gelmeyen, ve bu günlerde yaşadığından dahi şüphe duyduğumuz Aziz Yıldırım'ın Gaziantepspor maçı esnasındaki anons komedisi ve maç sonrası yayıncı kuruluşa verdiği rezil demecin ayrıntılarına girmiyorum bile.

Peki neden?

Fenerbahçe'yi 8 yıldır sırtında taşıyan Alex, ne oldu da böyle ayaklar altına atılmak istendi? Alex, bu iğrenç yaftaları, bu aşağılıkça muameleyi hak edecek ne yaptı?

Mevzuyu hepiniz biliyorsunuz, bir tweet attı. Aykut Kocaman'ı kıskançlıkla suçladı.

Mesele kıskançlıktır, ottur, çöptür, neyse ne.

Ancak Alex; Fenerbahçe'ye teknik direktör olduğu ilk dönemden itibaren verdiği katkıyı dikkate almaksızın "son 5 yılda 1 şampiyonluk" şeklindeki içi boş slogana sığınarak kendisini kesmek isteyen, yokluğunda bir halt edemeyeceğini anladıkça kendisini kullanan ancak arada nadiren de olsa bulduğu fırsatları es geçmeyen, ve bu sezon arkasındaki derme çatma orta sahayı güçlendireceği yerde faturayı kendisine keserek "yaşlanmış, bitmiş" muamelesi yapan Aykut Kocaman'a karşı sadece bir tweet attı.

Adamın yakasına yapışıp "yeter ulan üstüme oynadığın, benimle ne derdin varsa açıkça konuş" demedi, soyunma odasına kilitleyip dövmeye kalkmadı.

Bir tweet attı, ve 2 senedir ayağı kaydırılmak istenmesi görmezden gelinerek, son 1 haftada olup bitenler nedeniyle tüm ihale 10'a bırakıldı.

Sezon sonu sözleşmesi bittiğinde yenilenmesi düşünülmeyen, ancak Alex'in başka forma ile de olsa futbola en az 1 sene daha devam edeceğini bilen Aziz Yıldırım, tepkileri azaltmak adına Alex'in taraftarlara "sinsi" gösterilmesine seyirci kaldı, hatta yer yer bizzat destek oldu.

Daha açık konuşalım, Alex'i futbolu bırakmadan göndermeye Aziz Yıldırım'ın maçası sıkmadı. Taraftara kötü gösterdi, üstüne bir de olan olduktan sonra yaptığı göstermelik görüşmeyle "sorun çözen başkan" imajını tazeledi.



Tüm bunların ötesinde "Alex De Souza" dendiği vakit algılarım kapanır benim. Doğrudur, yanlıştır beni bağlar; "Alex'le 1 sene daha sözleşme yenilensin, gerekiyorsa Aziz Yıldırım yanına Aykut Kocaman'ı da alıp gitsin" zihniyetindeyim.

Ancak şu an, Alex dese ki "bıktım ayak oyunlarınızdan, memlekete dönüyorum", gram üzülmem. Bilâkis sevinirim;

Aykut Kocaman artık boyunu aşan hırsına, çocukça inatlarına kurban edemeyeceği için.

Aziz Yıldırım medyadaki tetikçileriyle, aşağılıkça gösterilerle imajını zedeleyemeyeceği için.

Ve tüm bu iğrençliği görmezden gelip Alex'i günah keçisi ilân eden, küfretmekten, "fitne-fesat" tarzı yakıştırmalar yapmaktan, "takımı karıştırıyor" demekten zerre utanmayan "taraftar" kesimi Alex'i daha fazla hak etmediği için.

Ne derler bizim buralarda, "deveye diken.."


https://twitter.com/pikuee


6 Mayıs 2012 Pazar

Kurgu'yu Çubuklu'lar Bozacak

2006/Denizli..
Ergendim o zamanlar, 17'nin içindeydim.
Şile'deydim, yatılı okuldaydım.
Maçtan sonra, elimde çubuklu'mla çarşıda bir tur atıp koğuşuma döndüğüm vakit,
Gördüğüm manzara sarı-kırmızıydı.
Pansiyonda ne kadar Galatasaraylı varsa karşımdaydı,
Doluşmuşlardı bizim koğuşa, şampiyonluklarını kutluyorlardı.
Çünkü koca pansiyonda, sabah akşam Fenerbahçe muhabbeti yapan 2 kişi vardı.
Biri bendim, diğeri de zaten raporlu bir çocukcağızdı.
Aramızdaki tek fark, benim kopan kayışın tescillenmiş olmamasıydı.
Kabak benim başıma patlamıştı anlayacağınız.
Sevindiler, bağırdılar, tezahuratlarla inlettiler odayı.
Elimden hiçbir şey gelmedi, sessizce izledim.
Sonra gittiler, 1 ay sonra da okul bitti.
Bir şekilde atlattık, hayat devam etti.

2010/Trabzon..
Çalışıyordum, işimde gücümdeydim.
Bir yandan açıköğretimin son senesindeydim.
Destek amaçlı kursa gidiyordum, işe de yarıyordu hani.
16 Mayıs 2010, pazar..
Final sınavlarına bir hafta kala,
Ders; maliye politikası.
Biletler arkadaşın cebinde, ilk ders bitmiş.
Ara verildiğinde çıktık sınıftan,
Çıkış o çıkış, doğruca Kadıköy'e.
1 puanla kaldım o dersten,
1 sene daha uzadı okul.
Ama umrumuzda mı, şampiyonluğa gidiyorduk.
Sonrası malum, anons skandalı.
Tribünde arkadaşıma nasıl sarıldığımı hatırlarım,
Bir de mevzunun asıl rengini farkettiğimde başımdan aşağı dökülen kaynar suları.
Onu da atlattık ama evelallah, küsmek haddimize miydi zaten.
Daha sıkı sarıldık sevdamıza, geçti gitti.
Tüm söylenenlere kulak tıkadık, hayat devam etti.

Bu günlere gelirsek, Allah'ın belâsı 3 Temmuz sürecine.
Lig başladığında yeşil sahalar umrumda değildi,
Mücadelenin saha dışında olduğuna inananlardandım.
Saha içini hiç kafama takmadım.

Ancak gördüm ki;
Biz sürekli bir yerlerde sevdamızı haykırırken,
Özgürlük için, aklanmak için savaşırken,
Başka yerlerde, başka hesaplar dönüyor.
Bizleri, UEFA'yı dize getirdiğimize inandıranlar,
Uykularımızı kaçıran 24 Ağustos gecesinin davasından vazgeçiyor.
Bizler her yerde "Fenerbahçe tertemizdir" derken,
Birileri "sahaya yansımayan saha dışını bağlamaz" diyerek bizi bir şeylere hazırlıyor.

Gördüm ki;
Senelerdir başarıya aç olan ezelî rakibimiz,
Gizliden gizliye kuyumuzu kazarken, açıktan açığa bir şeyler çeviriyor.
Özkâhya'lar, Özkalfalar havada uçuşuyor,
Burak Yılmaz'lar gidiyor, Yiğit İncedemir'ler geliyor.
Emenike ülkeyi terkedecek hale getirilirken,
Necati Ateş'ler, Amrabat'lar görmezden geliniyor.
Ve medya kamuoyunda "tüm kötülüklerin anası Fenerbahçe" algısı yarattığı için,
Türk sporuna tüm kötülükleri ithâl edenler "melek" muamelesi görüyor.
Türk sporunun şımarık çocuğu Galatasaray,
Her ne yapıyorsa gizlemeden, açıktan açığa yapıyor.

Ve anladım ki;
Biz taraftarlar olarak ne kadar dik dursak da, bir sınırı var.
Çünkü kasklı, plâstik mermili, biber gazlı imamın ordusu sağolsun,
İsyanın dozunu biraz arttırdığımızda dağılma süremiz ortalama 15 dakika kadar.
Ve mührü ellerinde tutanlar,
Fenerbahçe adına söz söyleme hakkına sahip olanlar elimizi kolumuzu bağladılar.



Anladım ki;
Saha dışında, masa başında bozulmayacak bu kurgu.
Yine bir takım hesaplar yapılacak,
Siyasî baskılar gelecek,
Pazarlıklar dönecek.
Ve tüm isyanlarımıza rağmen yönetim bırakın hesap sormayı,
Süreçten olabildiğince az zararla çıkmaya bakacak.
Belki de aramızda "yırttık" diye sevinenler olacak.

İşte tam olarak bu yüzden,
Saha dışında kravatlı'larımız hiçbir varlık gösterememişken,
Artık tüm umutlarımız çubuklu'larda.

Çünkü biliyorum,
2006 ve 2010 travmalarını zor da olsa atlatan ben,
Galatasaray'ın böylesine bir "kurgu"yla,
Pisliğin, kepazeliğin bu kadarıyla,
Göstere göstere, gram utanma hissiyatı barındırmadan,
En fecî kısmı da,
Bize nispet yaparcasına şampiyon olma ihtimalini dahi aklıma getiremezken,
Gerçekleşmesi durumunda kaldıramayacağım.
Çubuklu baki kalacak, yine deli gibi seveceğim,
Ama bu travmayı kolay kolay atlatamayacağım,
Hayat eskisi gibi devam etmeyecek.




Bu yüzden;
Futbolcularımızı çubuklu'yu terk etmeye itenlere inat,
Çubuklu'yu terk edip gidenlere inat,
Kupa isteyenlere, açıktan açığa yukarı itildiği halde halen üzerimize basmaya çalışanlara inat,
Trabzon'da futbolcularımızı uyutmayanlara inat,
Zalad'ları, Doğan'ları, kayıp makbuzları unutup bize çamur atanlara inat,
İçimizdeki Pensilvanyalı'lara inat,
Hesabın büyüğü sahada kesilecek.

Önce Avni Aker'de, sonra Mabed'de kazanacağız,
Madem ki saha dışında haklarımızı koruması gerekenler yetersiz,
10 ayın intikamını "bir kupadan çok daha fazlası"nı ifade eden bir şampiyonlukla alacağız.



13 Mayıs gecesi kupa Alex'in ellerinde yükselirken,
"Koyduk mu" sloganı ete kemiğe bürünecek.
Kurulan ittifaklar bozulacak,
Yakacağız tüm dünyayı.
Sevinç gözyaşlarımız,
En sevdiklerimizin gözyaşlarına karışacak.

Saha dışındaki işimiz bitmese de, "seçilmiş"lerden beklentim yok artık benim.
Düşmanlara en büyük darbe, Mabed'de vurulacak.

Kravatlı'lar bizi hayal kırıklığına uğratsa da, kurgu'yu çubuklu'lar bozacak.




Onur İNAL
#sanasozyinebaharlargelecek

https://twitter.com/#!/pikuee

23 Mart 2012 Cuma

Biz İkna Olduktan Sonra..

Bugüne kadar insan gibi anlatmaya çalıştık hep bir şeyleri, ve "adalet" istedik. İddia yığınındaki çarpıklıkları kanıtladık, "temiz" olduğumuzu söyledik. Bir takım ilişkilerden bahsettik, "kumpas" dedik. Ve bunları yaparken hep belli bir çizgide gittik; en önemlisi de sesimizi yükseltmek için savunmayı bekledik.


1 ay önce Çağlayan'da yaptı savunmasını Aziz Yıldırım. İsimler verdi, şahitler gösterdi, belgeler ve sözleşmelerle konuştu ve iddia makamının soruşturma esnasında girdiği hukuksuz işleri anlattı. Anlattı anlatmasına ama, hukuksuzluğu bahane etmedi, her şeyi bir bir açıkladı.


Ancak farkettik ki yetmedi. 


Çünkü linç tam gaz devam ediyor, cahillik almış başını gidiyor. Savunmayı okumaya dahi tenezzül etmeyenler halen"Fenerbahçe kümeye" nidalarıyla salya saçıyor. 


Ve anladık ki artık kullandığımız üsluba da bir "ince ayar" çekmenin vakti geldi.


Bak arkadaşım, seni tanımam, kimsin nesin bilmem. Ama bilirim ki farklı formatlardasın. Kimi zaman "liseli medya"nın emir kulu olmuş bir "gazeteci", kimi zaman yandaş medyanın köpeği, kimi zaman da tuttuğun takım önemli olmaksızın "anti fenerbahçe" zihniyetiyle yaşayan bir zavallısın.


"Bilmemek ayıp değil" derler hani, doğrudur. Ancak 1 ay geçti savunmanın ortaya çıkışının üzerinden. Ve halen okumadıysan, okumadığın halde de "Fenerbahçe kümeye" demekten utanmıyorsan, tam da ıslak odunla dövülesi kıvamdasın.


Bir "inşaat" muhabbetine takmışsın. 


Ama sana "Hasan Pınar" desem, "Bugsaşspor'un sol beki mi" diye sorarsın. Para çıkışlarından bahsedersin, "Stil Yapı'ya gitti, sözleşmeleri de var" desem mavi ekranda kalırsın.


"3 Tarla"dan dem vurursun, ancak o hafta için suçlandığımız üç maçtan neden sadece bir tanesinin iddianamede yer aldığına cevap bulamazsın.


Hayatında hiç Karabük'te bulunmamış Seyit İbrahim Kalender'in Karabükspor'la aramızdaki şike bağlantısı kurduğunu sanarsın.


Daha Fenerbahçe idari menajeri yerine İsveç'te yaşayan menajer Hasan Çetinkaya'yı dinlediğini bile bilmeyen kurumun attığı iftiralara inanırsın.


Tüm bunlara rağmen, suç sende değil aslında. Sana kendini bu kadar değerli hissettirende. Şimdi, ağzındaki köpük tabakasını sil, ve düşün bir zahmet "ben kimim" diye.


Bak açık açık anlatayım. 8 aydır saldırdığın Aziz Yıldırım var ya, sadece yargıda aklanmak ve biz Fenerbahçe taraftarlarını iknâ etmek zorunda. Sana karşı bir yükümlülüğü de yok, hesap verme mecburiyeti de.


Madem ki "düşsün" istiyorsun Fenerbahçe, gazeteciysen köşende yaz, ekrandaysan yırt kendini, taraftarsan yüklen federasyona, yargıya, kendi kulüp yönetimine.


Tüm gazeteler-televizyonlar, tüm kulüpler, ülkedeki tüm kurumlar. Hepiniz birleşin, alayınız gelin. Madem ki güçlüsünüz, madem ki büyüksünüz, varsa o kadar etkiniz bu savunmadan sonra ceza alsın Fenerbahçe.


Yine de uyaralım, büyüklük bizde kalsın. Psikolojine yazık, harcadığın efora yazık. Gel, sen daha fazla rezil etme kendini. 


Çünkü "biz" temiz olduğumuzu bildikten sonra, istersen milyonluk mail kampanyaları düzenle.


"Biz" Aziz Yıldırım'a inandıktan sonra, Twitter'da yırtın, forumlarda ağla, salya saç yine klavyene.


"Biz" ikna olduktan sonra, sen istersen çıplak koş evinden Taksim'e.


Ama bil ki yine sen üzülürsün, zararın en çok kendine.


Çünkü unutma ki, senden de, senin küçük beynine rağmen sahip olduğun geniş hayal dünyasından da, bu kumpası düzenleyen ve ortak olan tüm kurumlardan da büyüktür Fenerbahçe.






Onur İNAL
#sanasozyinebaharlargelecek


https://twitter.com/pikuee