Taraftar; bir kulübün temel direği, varoluş sebebi; eksik olması durumunda ise en büyük sorunudur futbol dünyasında. Ülkemizde ise birkaç istisna dışında Anadolu kulüplerinin en çok şikayet ettiği konudur taraftarsızlık. Yani boş tribünler, futbolculara verilmeyen destek, satılmayan bilet, alınmayan lisanslı ürün ve tüm bunlara bağlı olarak maddi açıdan tatmin edici sponsor bulamamak. Bazı kesimler, özellikle kulüp yöneticileri de haklı olarak bundan şikayet ederler. Ancak bu şikayetlerini dillendirirken kullandıkları bir tabir var; "İstanbul Takımları" tabiri. Yani herkesin yaşadığı şehrin takımını desteklemesinin gerektiği algısı ve Fenerbahçe, Galatasaray ya da Beşiktaş'ı tutmasının eleştirilmesi.
Konuya sadece kuruldukları ve stadyumlarının bulundukları yerler açısından; yani fiziksel olarak bakılıp düz mantıkla yorum yapılırsa evet, tabir doğru, eleştiriler haklıdır. Tabi aynı düz mantıktan gidilerek Amsterdam’da ya da Münih’te yaşayan bir gurbetçinin de Türk takımı tutması eleştirilebilir. Neticede yaşanılan yerin takımının tutulması gerekir bu fikre göre. Ancak söz konusu 3 büyük kulüp özelinde taraftarlık fiziksel değil, ruhsal bir durumdur. Doğduğu, yaşadığı yerin takımını desteklemek de takdir edilmesi gereken bir davranıştır ancak neticede fiziksel şartların getirisidir. Eskişehir’de doğup Eskişehirspor’u tutan herhangi bir taraftarın Bursa’da doğmuş olması durumunda Bursaspor’u tutacağı gerçeği de sanıyorum ki sınırlı istisnalar haricinde bu açıdan yeterli bir örnektir.
İstanbulspor, Karagümrükspor, Sarıyerspor ve benzeri kulüplerden konuşuyor olsaydık eğer, bu çerçevede değerlendirebilirdik. Ancak henüz ülkede futbol yasakken kurulan ve ülke futbolunun temelini oluşturan kulüplerden bahsederken “İstanbul takımı” tabirini kullanmak; bu kulüpleri yerel olarak tanımlamak yanlış değil midir? Cumhuriyet’ten eski oldukları halde günümüzde dahi güçlü şekilde ayakta duran ve ülke futbolunun gelişmesinde öncü olan bu kulüpler İstanbul’la sınırlandırılabilirler mi?
Buradaki mesele, büyük ya da küçük takım ayrımından ziyade tarihsel ve kültürel farklardır. Yaşanılan çevre, aradaki mesafe fark etmeksizin sevilmeleri de bunun göstergesidir. Fenerbahçe’nin İstanbul işgal altındayken İngiliz takımlarına karşı aldığı galibiyetlerle halkta yarattığı sevinç, kazandığı sempati ve bunun İstanbul dışına taşıp daha yakın tarihteki başarılarıyla birleşerek günümüze kadar gelmesi de buna örnek olarak gösterilebilir.
Her ne kadar buradaki örnek Fenerbahçe olsa da; Galatasaray ve Beşiktaş da yerel olmamaları anlamında aynı çizgidedir. Türkiye geneline malolmuş, hatta ülke dışına taşmış bu kulüpleri İstanbul’a sığdırmaya çalışmak Türk futbol tarihine yapılmış bir ayıp olduğu gibi; tribüne taraftar çekmek ya da şehrinin takımını korumak adına da yanlış bir yoldur. Kaldı ki bu tip fikirleri abartan taraftar grupları nedeniyle bazı şehirlerde olay 3 Büyük takım taraftarlarına karşı zaman zaman fiziksel şiddet uygulamaya ve büyük takım mağazalarını tahrip etmeye kadar varmaktadır.
Taraftarlık, temelinde fikir özgürlüğüne ve karşılıksız sevgiye dayanan bir olgudur. Bu konuda yapılan herhangi bir baskı ise futbolun doğasına aykırıdır; insani açıdan ise saygısızlıktır. Ve tahrik unsuru olmadıkça herhangi bir yerde herhangi bir insana tuttuğu takım nedeniyle saldırılması, futbol coşkusunun yaşatılmaması da ağır şekilde cezalandırılması gereken bir davranıştır. Burada meselenin konusu tabirden ziyade algıdır. Anadolu'da yaşayan insanların 3 büyük kulüpten birinin taraftarı oluşunun eleştirilmesini eleştirmektir.
Son olarak; "İstanbul Takımları" tabirini de geçip olayı "Bizans" basitliğine indirgeyenleri de Ayetullah Bey'in; Ali Sami Yen'in, Baba Hakkı'nın ruhlarına havale etmek de en güzelidir.
Onur İNAL
#sanasozyinebaharlargelecek
http://twitter.com/#!/pikuee
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder