23 Kasım 2011 Çarşamba

Açmayalım O Defteri

Çok sevdik seni Diego, her şeye rağmen. 
"Her şeye rağmen" dememiz de öyle laf olsun diye değil, az mı kızdık sana? 
Az mı ceza aldın, 
Az mı yalnız bıraktın takımı sahada? 
Hırsını sevdik ama biz, savaşmanı, sahada rakip ayrımı yapmamanı. 
"Adam" gibi mücadeleni sevdik biz senin, ruhunu, agresifliğini. 
Her yaz döneminde bir gözünün İtalya'da olmasını da görmezden geldik,  
"Sahada her şeyini veriyor" dedik, destekledik.


Bir gözünün İtalya'da olmasını da geçtin bir ara, hatırlar mısın? 
Sözleşmen bitti, topladın eşyalarını, 
Avrupa turnesine çıktın, 
İtalya kazan, sen kepçe. Kendine kulüp aradın. 
Böyle ifade etmek istemezdim ama, işin gerçeği şu ki; 
Parada anlaşamadın. 
Döndün, geldin. Çubuklu'yu yeniden giydin. 
İzahı yoktu aslında, yine de "profesyoneldir" dedik, 
Ne sevgimizi, ne desteğimizi eksik ettik. 
"Sevgi" işte, her şeyin üstünü örter ya hani, 
Yalan dolan yok, inkâr yok, fazlasıyla biliyorsun da. 
Biz seni çok sevdik, fazlasıyla da belli ettik. 
Örttü her şeyin üstünü, bir yere kadar..


Buradan sonrası, tamamen beni bağlar.
Çünkü biliyorum, çoğunuzla aynı fikirde değiliz.
Ama kızmayın, benim de nedenlerim var.
"Lugano dönecek" haberlerinin çıktığı şu günlerde heyecansızım nedense.
Gittin ya hani PSG'e, aldığın paradan haberim yok, bakmadım bile.
Ve keşke "para" yüzünden gitseydin, zerre kızmazdım belki.
Hem dedim ya, fazla "profesyonel" oluşunu ben de sorun etmedim zaten.
Öyle ya, futbol kariyeri bir gün bitecek, sonrası da var.
Mevzu bir yerde geleceği kurtarmak.


Ama o 3 Temmuz sabahı var ya, içimizi acıtan..
Ve o sabahtan bu yana,
Bir şeylerin savaşını verirken biz sürekli,
Bu sezon saha içine önem vermezken,
Kazanılan puanları sadece prestij olarak değerlendirirken,
Seni de görmek isterdik Alex'in, Emre'nin, Volkan'ın, Gökhan'ın yanında..
Sorun biraz da gidiş tarihinde, ama 3 Temmuz meselesi değil tam olarak.
Ki sen de buradaydın, "Mutluyum, gitmeyeceğim" diyordun.
Şampiyonlar Ligi hakkımızın gasp edilişine kadar.
Yani 2 ihtimal var bu durumda,
Ya Şampiyonlar Ligi'nden men edildiğimiz için gittin,
Ya da o tarihe kadar bizi hoş tutmak için yalan söyledin.
İkinci seçenek transfer dönemindeki klasik tavrındı, alışkınız.
Ama birincisi "Gemiyi terketmek"tir,
Sitemlerimiz de en çok bu yüzdendir.


Hiçbir şeyle suçlayamayız seni,
Taraftar ol da diyemezdik, amatörce sevmek bizim işimiz neticede.
Ama işin gerçeği şu ki, biz seni savaşçı kimliğin için sevdik.
"Gel, bizimle yürü, biber gazı ye" demesek de,
Sahadaki dik duruşunu bekledik, açıkçası biraz da özledik,
Her neyse..


Şimdi dönersen eğer, havaalanında karşılayacaklar yine seni,
Tezahuratlarla alanı doldurmuş binlerce kişi,
Sevildiğini zaten biliyordun da, o manzarayı görünce ne geçecek aklından?
Seni omuzlara aldıklarında, boynuna sarı-lâci atkıyı taktıklarında.
Belki de uçaktan atkın boynunda ineceksin,
Peki o an ne hissedeceksin?
Mutlu olacağın kesin, göreceğin ilgiye çok sevineceksin.
Peki bir an bile olsa "ayıp etmişim" diyecek misin?
"Bu kadar taptılar bana, hayal kırıklığa uğrattım hepsini"
Olanı biteni bir daha düşünüp sorgulayacak mısın kendini?
Karanlık günler de bitmedi hem, ya daha da karışırsa ortalık?
Bu sefer hesapsız, pazarlıksız "Buradayım, gitmiyorum" diyebilecek misin?
Ya da gelmeden önce kaç milyon avrodan açacaksın kapıyı?


Müjdat Yetkiner olmanı beklemedik senden,
Ama eğer dönersen, aklıma Luciano gelir.
Sezon başı sakatlandığında, 
6 ay sahalardan uzak kalacağı açıklandığında,
Yatarak para kazanmak yerine sözleşmesini feshettiren,
Halen sevinçlerimize, hüzünlerimize ortak olan Luciano gelir.
Alex'in dik duruşu gelir.
"Gideceğim" dediğinde Brezilya'nın karışacağını o da bilir,
Talipleri de var, teklifler de üstelik.
Aklıma her gün verdiği adamlık dersleri gelir.


Münferit bir taraftarım ben, kimseyi bağlamaz söylediklerim.
Ve biliyorum ki dönmeni istiyor çoğunluk.
Ama Diego, nedenlerimi de saydım,
Bırakalım, tadında kalsın.
Santos gelsin, Niang gelsin
Normal futbolcu bunlar bize göre, gözümüzde efsaneleştirmedik,
Mümkünse Emenike gelsin, adamın ayağına henüz top değmemişti üstelik.
Hatta "Güiza bile gelsin" diyeceğim ama yok artık,
O kadar da değil.
Onun yerine 2 ay antrenman yaptıralım, devre arası forvete Luciano gelsin.


Demem odur ki Diego, gelirsen seni ancak arma'dan ötürü destekleyeceğim.
Renklerden ötürü seveceğim, formanın hatırına alkışlayacağım..
İçim kabullenmeyecek seni,
3 Temmuz'dan bu yana olup bitenleri nasıl unutmayacaksam, 
Nasıl gittiğini de unutmayacağım.
"Tota" diyorduk, sahadaki ruhlarımızdandın,
Bu kadar sevgiye rağmen gittin,
Sadece Diego Lugano'sun artık benim için.
İşini yapan, bize bir dönem emek vermiş profesyonel bir futbolcusun sadece,
Sao Paulo'dan geldin,
4 sene Fenerbahçe'de forma giyip Paris Saint Germen'e gittin,
He bir de Uruguay Milli Takımı kaptanısın,


Ama asla bir Luciano değilsin..


Onur İNAL
#sanasozyinebaharlargelecek


https://twitter.com/#!/pikuee

12 Kasım 2011 Cumartesi

Hak Ettiğinizi Duydunuz, Yaygara Yapmayın

Kötü oyun, facia bir skor ve tükenmeye yüz tutmuş umutlar, fakat mevzu bu değil. Bu yazının konusu sensin tribündeki arkadaşım. Volkan'ı ıslıklayan, Emre'ye küfreden, ilk defa da değil, defalarca bu rezilliği tekrarlayan "sen."

"Kötü oyun" dedin, "Gollerde hatası var" dedin meselâ, bu senin için geçerli bir nedendi.
Hiç alışkın değilsin zaten kötü kalecilere,

Her sene kaleci değiştiren senin takımın değildi sanki.
Daha önce kaç kere "keşke böyle bir kalecimiz olsa" diye dua ettin Volkan'ı seyrettikten sonra?
Ya da 3 tane attık da, Volkan yüzünden mi mucizelere bıraktık işi?

Fenerbahçe değil yani olay; takımının son 13 derbide 1 galibiyet alıp 2 de beraberlik kurtarabilmesi değil.
Senin takımın tel tel dökülürken Fenerbahçe'nin her yıl her dalda şampiyonluğa oynaması hiç değil.
Tamamen saha içi, renkler üzeri bir durumda, kimliğine bakmadan yaptın bu rezillikleri.
Hatalı gol yediğinde ıslıkladığın Volkan'ı, kaç kurtarışında alkışladın peki, içinden gelerek?
Kaç kere "Helal olsun" dedin, hissederek?
Emre'nin kaç golünde sevindin deli gibi, kuyruk acını unutup?
Ya da ilk defa mı alet ettin Milli takıma ezilmişliğini?

Sorun sadece "sahada olanlar" diyorsun, önemi yok(muş) ya renklerin,
Hırvatistan deplasmanında yok Arda; gördüğü sarıdan sonra ıslıklamaya maçan sıkmadı mı? Ayrım yapmıyorsun ya hani.
Hiç Hakan Balta'yı sorguladın mı meselâ, sol bekte neden başkası denenmez diye?
Peki ya Emre?
"Kötü oyun" kılıfına sığdırabilir misin yaptığın iğrençlikleri? Belçika maçında da penaltı kullanırken ıslıklamıştın hani.
"Karaktersiz"di sana göre onlar, doğru ya.
Fenerbahçe'de oynuyordu zaten Arda.
Avrupa maçında kafa, derbide yumruk atan, stadında güvenlik görevlisini hırpalayan.
Fenerbahçe taraftarına el kol hareketleri yapan.

Ya da Bülent, Hasan.
Dünya beyefendisiydi ya bunlar, ondan ıslıklanmadılar Kadıköy'de.
Yani Fenerbahçe taraftarının milli forma altında ayrım yapmaması değildi mesele.
Türk futbol tarihinde 2 tane "karaktersiz" futbolcu vardı zaten sana göre,
Biri Volkan, diğeri Emre.
Peki sen arkadaşım, ne kadar "adam"sın, ya da gram adam mısın?
Milli forma giymiş futbolcuları kendi hezeyanların yüzünden ıslıklarken hiç mi utanmadın?

Arda senin takımının ruhuydu, sahadaki "sen"di yani;
Peki Volkan'ın, Emre'nin sahadaki "biz" olmasını neden kabullenemedin?

Olay ligde verilen tepkiler değil, her şey karşılıklı.
Ama sen sapla samanı karıştırdın,
Ligde, kendi evinde vermen gereken tepkiyi milli müsabakaya taşıdın.
Kendi evin diyorum ya, o da ağız alışkanlığı.
Nasıl da hazmettin o stadda kulübüne edilen hakaretleri,
İki ıslık çaldın yalandan, sonra nasıl da sahiplendin Peşkeştepe'yi?
Gram emeğinin olmadığı stadı Milli maçta dahi kendinin sandın;
Sahi nasıl sattın milyon avrolara Ali Sami Yen'i?
Ama daha güzel bir isim alternatifi var artık, amacına da uygun hem;
TT Arena Fenerbahçe Kompleksi.
Hiçbir zaman hazmedemedin sen sarı-lâciverti,
Ve haysiyet kavramın zaten sınırlıydı, sıfıra düştü iyice.

"İçimizdeki hainler" teriminin vücut bulmuş halisin sen,
Ve gerçekten de hainlik akıyor o nursuz yüzünden.
"Adam değil" dediklerinin çeyreği kadar adam olabilseydin eğer,
Keşke biraz sağlıklı düşünecek bir beyne sahip olabilseydin ya da,
Ruhunu arındırabilseydin biraz pislikten.
Farkederdin Milli Takım olgusunun anlamını,
Anlardın Burak'ın, Arda'nın ya da Volkan'ın kırmızı-beyaz altında bir farkı olmadığını.
Şimdi Volkan'a, Emre'ye kızıyorsun ya hani, "Küfrettiler diye."
Senin söylediklerin farklı ya o kopasıca dilinle,
Yakın çekimde gördük söylediklerini, binlerce kez ağızlarına sağlık her ikisinin de,
Fenerbahçe taraftarına tercüman olmuşlardır, bir nebze de olsa içimizi soğutmuşlardır.
Siz yerli yersiz küfrediyorsunuz ya, Volkan ve Emre söylediklerinde haklıdır.

Hepsinin altında da imzamız vardır, böyle biline.
Ve sabredin, defalarca kez olduğu gibi yine sahada ağzınızın payını vermeye geliyoruz, çok az kaldı.
7 Aralık'ta görüşmek üzere.





Onur İNAL
#sanasozyinebaharlargelecek

https://twitter.com/#!/pikuee

10 Kasım 2011 Perşembe

Rahat Uyu Diyemesek de..

Çok bozuluyorum, çok. Ve ağzımı bozasım geliyor, bildiğiniz gibi değil hem de. Ana, avrat, soy, sülale. Hiçbir değer yargısı gözetmeksizin, lafın nereye gideceğini düşünmeksizin. Ki hak ediyorlar da ve ben çoğu zaman ağzımı bozuyorum da.

"Atatürk dinsizdi" diyerek öfke kusanlar meselâ.. Ne olursa olsun, dediği gibi olsa dahi "din" kavramının Allah ile kul arasında kalması gerektiğini idrak edememiş o beyin ziyanları var ya hani. 1 ay oruç tutup senenin geri kalanında milletin kuyusunu kazanlar var ya, tam olarak onlar işte. Yani oyunu dini bütün gördükleri kişilere verenler, seçtiği yöneticinin kıldığı namazın sevabı kendisine yazılıyor zannedenler de diyebiliriz. Aslında en uğraştırmayan, çözülmesi en kolay kesim. Geçmişin uzantıları bunlar, cumhuriyetin ilk yıllarında "Şeriat isterük" diye ortalıkta dolananların torunları. Ata'ya olan saygısızlıklarının nedeni belli; "Kuyruk acısı." Menemen'de gördük misâl bunların dedelerini, şehit ettikleri Kubilay'ın ardından idam edilmeleri gideni geri getirmedi, ama cezaların en güzeliydi. Ve canları yanıyor şimdi, intikam peşindeler. Ülkeyi ve dini geri getiren hareketi kimin başlattığını unutup, baba belledikleri şeyhlerinin izindeler. Dedik ya, anlamak zor değil, geçmişten geliyor kinleri, o yüzden salya saçıyorlar bu denli.

Peki "yobaz" kesim mi sadece salya saçan, değil tabi ki. 30 yıldır bu toprakların başına bela olanlar, ve onların sempatizanları gibi, pervasızca saldırıyorlar, saygısızca. Ve kendilerine "devrimci" diyorlar işin garibi. İnsanca, herkesin eşit olduğu bir düzen için mücadele etmek yerine gencecik insanları öldürerek, yoksulluklarının en büyük sebepleri de yanı başlarında oysa ki. Kendilerini sömüren aşiret ağalarına karşı dik duramadıkları için, 20'lik delikanlılardan alıyorlar hırslarını, kalleşlikle. Devrimciliği Amerika'nın kucağına oturarak yapmaya çalışıp, Amerika'nın dağıttığı silahla kahramanlık taslıyorlar. Komik değil mi? Keşke sadece "insanca yaşamak" olsa dertleri. Gerçek kafatasçılara, insana ırkından ötürü zulmedenlere karşı dik durabilsek keşke birlikte. Ama "Kürdistan" var onlara göre, Atatürk'se düşman.(!) Onların kökünü kazımadığı, soykırım ayıbı işlemediği için mi sizce?

Bir de bizi "faşist" yapanlar var, en garip kitle. Tatlı su demokratları var ya hani. "Koşulsuz demokrasi" diyen, Atatürk'ü diktatör olarak isimlendiren. Biz faşistiz onlara göre, kıymet bildiğimiz için. Ve Atatürk suçlu, yıkılan bir devletin ardından kurtarılmış topraklarda kurulan yeni sistem henüz oturmadan yıkmak isteyenlere meydan vermediğinden ötürü, diktatör'dür kendisi.

O kadar bozuldu ki ortalık; medyada "Atatürk diktatördür" yazmaları için sanatçıları göreve çağıran, yazmayanlara "korkak" diyen entel bozması tipler var bu memlekette. Herif "yazar"lığıyla övünüyor bir de. Adam gibi tartışamazsın, çünkü "Bu yazıları yazmanı sağlayan Harf Devrimini kim yaptı" diye sorsan verecek cevabı yok. Ne faşist olmadığın kalır, ne kafatasçı. "Özgürlük"ten başka laf bilmezler, ancak özgürlük ateşini kimin yaktığını, bir halkı kimin uyandırdığını idrak edemezler. Ederler de gelmez işlerine. Ata'ya hakareti "özgürlük" bellerler, ve devir bu ara onların devri ya, rahat rahat çemkirirler.

Şu anki halinden ötürü değil; Atatürk'ün kurduğu parti olduğu için kin güderler CHP'ye; faşistlerin partisidir onlara göre. Çok partili hayata geçiş yapılmamış, ülkeyi ömrü billah CHP yönetmiş gibi. Cumhuriyetin ilk yıllarındaki karışık hali de bilirler üstelik, bilirler şeriatın pusuda beklediğini, ama yine de onlara göre keyfidir tek parti sistemi.

Zaten Kurtuluş Savaşı da gereksizdir bunlara göre, kuzu gibi teslim olmak dururken, hiç gerek yoktu ki..

Peki Hatırlarlar mı General Harrington'ı, Yunanlı'ları, Fransız işgalini. Bilirler mi "Gazi"Antep'i, bilirler mi Sakarya'yı ve güzel İzmir'i. Ama bir saniye doğru ya. İzmir de "faşist" onlara göre. Ali Kemal'lerdir figürleri, işgal savunuculuğudur. Babalarının belli olmasına şükretmezler, Neyzen Tevfik'in de dediği gibi.

Bu ülke, bu güzel ülke yaşanmaz oldu iyice, ve bizler faşist olduk.

Şikayetçi miyim peki? Şikayetçi gibi mi duruyorum ya da?

Ben, Türk'üm demeyi tersinden anlayarak "ırkçı" benzetmesi yapan sığırlara rağmen Türklüğümden, tarihimden iyisiyle kötüsüyle mutluyum.

Ben, Mustafa Kemal'i manevi babam olarak bellemekten gurur duyuyorum.

Ve sizler, bu ülkeyi içten içe kemirenler, elbet bir gün bu çaresizliğimiz bitecek, yazı yazmanın ötesinde, sizleri daha kolay susturabileceğimiz günler de gelecek. Bu topraklarda yeriniz yok çünkü, aldığınız nefes ziyan, içtiğiniz su haram. Basit bir "ya sev, ya terket" zihniyeti değil bu, ama nankörlüğün, düşmanlığın bu kadarı da deli edici. Kuru toprağa faydanız yok ama; pisliğinizde ölüp gideceksiniz ve ben, arkanızdan kutlayacağım o güzel günleri.

Ve Paşa'm, ölümsüz adam. Bedenin toprak olsa da bizimle ruhun, sana "rahat uyu" diyecek yüzümüz de yok üstelik. Ve 3 tarafı köpeklerle çevrili bir kara parçası haline getirdik bu ülkeyi. Ama birgün uyanırız belki.

Nasıl Sen, bir milleti uyandırdıysan derin uykusundan;

Silah arkadaşlarınla, erkek, kadın, çocuk yürekli bir nesille nasıl çarpıştıysan;

Ve devrimlerinle nasıl yeni bir düzen yarattıysan..

Saplandığımız bataktan çıkmak bize de nasip olur belki..

"Rahat uyu" diyemesek de; ruhun şâd olsun; hiç görmesek de, çok özledik..



Onur İNAL
#sanasozyinebaharlargelecek


https://twitter.com/#!/pikuee

7 Kasım 2011 Pazartesi

Paramız Yetmedi

4 Kasım 2011; Cuma.. Fenerbahçe, soğuk bir deplasmanda, Sivasspor karşısında. Karşılaşma saatinde dışarıdayım, maçı izlemiyorum. Çünkü biliyorum ki Sivasspor, her zamanki görevini yerine getirmeye devam edecek. Biliyorum ki; Fenerbahçe tribünlerinin zamanında pankart ayıbında bulunduğu adam gibi adam Rıza Çalımbay'ın Sivasspor'u bizi yine üzmeyecek.

Eminim ki; maçı izlesem bile gülerek izleyeceğim. Çünkü skoru önceden biliyorum; içime savcı kaçmış sanki. Sivasspor maçı işte, nedir ederi? Kim adammış, kimin fiyatı ne kadarmış, kim haysiyetini beş kuruşa satarmış.. Kimin umurunda ki? Alın teri neymiş, emek nasıl bir kavrammış, düşünmüyorum bile. Biliyorum ki; Sivasspor yüklendiği misyonu yine yerine getirecek, bizi güle oynaya evimize gönderecek.

Maç oynanıyor, kafamda bu düşünceler, galibiyetin ferahlığı, sulanmış tarlalar, yenilmezlik serisinin devamı, güzel şeyler. Eve dönmek üzere taksiye biniyorum; radyo açık, bir şeyler zırvalıyor spiker. Son dakikalara girildiğinde Sivasspor'un kendi evinde 2-0 önde olduğu falan.. Alkolün etkisi diyorum, fazla da içmedim halbuki. Taksiciye soruyorum; "Sivas mı önde ağabey?" Doğruluyor o da spikeri.

Dakika 90, 3 dakika da duraklama var daha. Belli etmemek için böyle yapıyorlar sanıyorum. Geçen sezona gidiyor aklım, son maça. Son dakikalarda skoru 3-4'e getirip, birazcık da yalandan yüklenip nasıl da korkutmuştu bizi hınzırlar. "Daha 3 dakika varsaa.." diyerek başlayan saçma sapan hesaplar kafamda, ve bitiyor maç.

Şaşırıyorum haliyle. Hani tescillenmişti Sivas'la ilişkimiz, birileri televizyon kanallarında cezaları bile kesmişti hani? Sahi ya, neden yeşermedi  bu sefer ekinler? Hani savcı biliyordu her şeyi? Kafama dank ediyor bir anda! "Kesin" diyorum; "Kesin Mini Cooper'ı üzerine yapacak bir kızkardeşi yoktur kalecinin." Gerçi Korcan'ın da yoktu ama böyle detaylı düşünmeyi tercih etmiyorum o anda.. Hem haddime mi? Belgeleri bulan emniyet, açıklayan Baransu, Kütahyalı, hükmü veren de koskoca savcı. Medyadan bana sunulanı almak varken düşünmek, sorgulamak bana mı kaldı?

Bu düşüncelerle ulaşıyorum eve, bilgisayarı açıyorum. Kuzenimden yenilgiye atıfta bulunan bir mesaj düşüyor önüme o anda. Esprili bir cevapla karşılık veriyorum. Ve farkediyorum ki bir şey eksik, hatta bir şeyler. Yenilgi sonrası olması gereken hisler var ya, onlardan işte. "Sivas bize nasıl yatmadı"nın şaşkınlığı var üzerimde ama yenilgiye üzülemiyorum, benimle dalga geçenlere kızamıyorum. Yenilgiye üzülmek nasıl bir histi? Bırakın yenilgide verilecek tepkileri, ligde en son yenildiğimiz karşılaşmayı bile hatırlamıyorum ki?

Teknoloji yetişiyor imdadıma, buluyorum hemen. Geçen sezon, 16. hafta. Ankaragücü maçı. Hafızamı zorluyorum biraz, ama yok. Gelmiyor aklıma verdiğim tepkiler. 27 hafta geriye gidemiyorum bir türlü. Çaresiz, gülümseyerek geçiştiriyorum geçmiş olsun mesajlarını.

Unuttuğumu farkediyorum yenilgiyi, unuttuğumu farkediyorum üzülmeyi. Bir şey daha farkediyorum; Sivasspor'a geçen sezon "satılmış" deyip şimdi alkışlayanların acizliğini. Özeti izliyorum sonra. İlk golün ofsayt olduğunu görüyorum, maçı Cüneyt Çakır'ın yönettiği aklıma geliyor, umursamıyorum bile. Art niyet aramıyorum çünkü. Kötü oynadığımızı, yenilgiyi hak ettiğimizi de biliyorum hem.

Bir bir aklıma geliyor son 4 ayda olup bitenler, medyanın kullandığı orantısız güç, ve buna karşılık dimdik ayakta duran bizler. Yandaşlığı ilke edinenler ne söylerse söylesin; 27 maçlık emeği görüyorum, Sivasspor karşısında bozulan seriyi dert etmiyorum. Hatta hazır ağzı olan konuşuyorken onlara uyuyorum ben de; "paramız yetmedi" deyip geçiyorum. İçim rahat, huzurluyum. Ve son olarak Aykut Kocaman'ın maç sonunda hakemle ilgili söylediklerine bakıyorum;

"Birinci golde ofsayt olduğu söyleniyor ama görmedim. Hakemlerin 5-10 dakikalık bölümlerdeki davranışlarından bazı şeyler gözüküyor. Bugünkü hakem ülkenin elit hakemlerinden biri. Ofsayt ve penaltı anlık şeyler ve kaçabiliyor. Cüneyt Çakır doğal hatalarıyla hakkaniyetli bir maç yönetti"

Bir kere daha gurur duyuyorum..

Onur İNAL
#sanasozyinebaharlargelecek

https://twitter.com/#!/pikuee

2 Kasım 2011 Çarşamba

Mutlu Yıllar Büyük Başkan!

Bir farkla geldin; ve biz çok sevdik seni. Her halinle, sevincinle, öfkenle. Kimse anlamadı bizi bizden başka; diğerlerine göre sen ortalığı germekten başka bir şey yapmıyordun çünkü. Neden seviyorduk ki seni? Kızdığımız da oldu gerçi zaman zaman, protestolarımız da ama;

 



Unuttuk mu sandın verdiğin emekleri? Aileni ihmal etme pahasına harcadığın vakti, sağlığından olma riskine karşı sarf ettiğin enerjiyi?

Unuttuk mu sandın Dereağzı'ndaki minik kürek takımına sabahın 5'inde yaptığın ziyareti; o çocukların umutlarını yeşertmeni?

Unuttuk mu sandın Saracoğlu'nun inşaatında sabahlamalarını, bizi ele güne muhtaç etmemeni, devlete dahi ezdirmemeni?

Selçuk Dereli'yi unuttuk mu sandın, mahkemelik olacağını bile bile sevdanın sana söylettiklerini?

Peki o meşhur motivasyon konuşmanı hani, hangimizin tüyleri diken diken olmadı ki?
 

Ve 3 Temmuz, ne söylesek o kara gün için? Hangi yazıya sığar, nasıl tarif edilir ki geceden siyah bir günde gidişin? Peki ya bir sezonluk emeklerimizin heba edilişi; seni seçimle deviremeyenlerin, hesaplarını alın teri üzerinden görmesi..

Biz alışkındık aslında; çünkü ne zaman Fenerbahçe herhangi bir sezonun 2. yarısını önde götürse hep parayla, şikeyle. Kendi kadro kalitesizliklerini sorgulamayanların da; bölgesindeki seçmene yaranmak isteyen siyasetçilerin de en büyük hedefiydi Fenerbahçe. Ama aldırma; hatta 1 sene fazladan dışarıda gezdin işte. Son hafta şampiyonluğu kaybetmemizle bir anda temizlenen lig; tam 1 sene sonra kirlendi sayende. Üretilmemiş otomobilleri; rakip futbolcuların henüz doğmamış kız kardeşlerine gönderdiğin için hem de.

  
Şimdi sen Metris'tesin ya; sanıyorlar ki unutacağız. Oysa ki her maçtan önce mabedi sulatan, ekinlerin yemyeşil kalmasını sağlayan sen değil misin? "Bari İçeride Rahat Dur" dedik, duramadın biliyoruz. Sen değil misin futbolcuları kaçarcasına gitmiş, haftalarca sakatlıklarla boğuşan bu kadroyu liderliğe taşıyan, eli kolu rakiplerimizin rakiplerine kadar uzanan?

Biz seni unutmadık ama; unutturmak isteyenler de var. Sana küfür eden ucuz kitle haricinde; içimizde seni kara kaşına kara gözüne sevdiğimizi zannedenler var misâl. Aziz'in çocukları diyenler, başkanın yalakası diyenler. Senden sağladığımız şahsi menfaatlerimiz varmış gibi; aldığın ihalelerden bize pay verdiğini zannedenler var. Geçmişteki gerginliklerin hesabını zor zamanlarda sormaya kalkışan; bizleri içten içe bölen..

Seni eskiden protesto edip şu süreçte destekleyen "adam gibi" Fenerbahçeli'ler de var ama. Savaş baltalarını gömen; günün birlik günü olduğunu idrak eden. Senin işadamı olarak değil; "Fenerbahçe Spor Kulübü Başkanı" sıfatıyla orada olduğunun bilincinde; seni reddetmenin "şike" suçlamasını kabullenmekle eşdeğer olduğunun farkında olanlar da var.

Velhasıl kelâm biz; ne senin "Fenerbahçe temizdir" deyişini unuttuk; ne de örtülü ödeneklerden nemalanıp da bize çamur atanları. Ne "şike" denince 20 yıldır akıllara gelen maçı unuttuk; ne de senden nefret edenler görmezden gelse de Fenerbahçe ve Türk sporuna yaptığın katkıları. Başkalarının küme düştüğü amatör branşlarda Fenerbahçe'yi taşıdığın noktayı, senelerce verdiğin "Spor kulübü nasıl yönetilir" başlıklı dersleri, vergi borçları silinen kulüplerin aksine bizi getirdiğin ekonomik seviyeyi, ve daha nicelerini..

Unutmadık, unutmayacağız. Her şeyin farkındayız, sonuna kadar yanındayız.


Sen doğum gününde yanımızda olamasan da; bizler ruhumuzla oradayız.

Mutlu Yıllar Büyük Başkan!


 

Onur İNAL

#sanasozyinebaharlargelecek

http://twitter.com/#!/pikuee