30 Eylül 2011 Cuma

90+1


1 Ekim 2011 Cumartesi, esaretin, hasretin 91. günü. Bir başka deyişle, yani futbolun diliyle 90+1. günü. Öyle ya; ne de olsa olay “sadece” futbol’dan ibaretti; herhangi bir usulsüzlük, hukuk ayıbı yoktu işin içerisinde. Tek neden futboldu, biz de futbolun diliyle anlatalım istedik bir de.





18. şampiyonluktan yaklaşık 1.5 ay kadar sonra bir sabah; kendini topyekün Şükrü Saracoğlu’nda; bambaşka bir atmosferde buldu Fenerbahçe camiası. 3 Temmuz günü çalan ilk düdükle başlayan karşılaşma pek de normal sayılmazdı aslında. İlk dakikadan eksilmiştik; ortada 5 kırmızı kart vardı. Yeni transferlerimizden ikisi sahayı sedyeyle terk etmişti. Orta hakem Marcus Berk; otoritesini sahaya tam olarak yansıtıyordu, yan hakemin kaldırdığı bayraklar ise oldukça “organize”ydi. 4. hakemde de bir gariplik vardı; ilk dakikada sahanın karışmasının ardından olayı tribünlere “The End” yazılı tabelayı kaldırarak ifade etmesi de neyin nesiydi?








Ortada ses yoktu, görüntü yoktu; ancak maç sonuna kadar gizli kalması gereken ve henüz  doğruluğu onaylanmamış “ihraç” nedenleri; maçın daha henüz başlarında yazılı olarak dağıtılmaya başlanmıştı. Taraftarın protestosu yükselerek yeri göğü inletiyordu. Karşılığı ise diğer yan hakemin olanca çevik’liğiyle tribünlere gönderdiği biber gazı oldu. Fakat sesini yükseltti taraftar; susmadı. Sürekli hakemleri sorgulayıp rakip takımın ilginçliğinden bahis açtı.





Rakip karmaydı; her oyuncusunun forması farklıydı fakat yüklendikleri kale aynıydı. İşin ilginç tarafı, rakip takımın tribünleri de rengârenkti. Birbirleriyle her daim rekabette olan taraftarlar, konu Fenerbahçe olunca menfaat birliğine gitmiş ve “karma” takımlarını desteğe devam ediyorlardı.





Bu haliyle dahi zaten karışık olan saha içerisi, ilk yarının sonlarına doğru bir anda Korcan Çelikay’ın olmayan kız kardeşinin henüz üretilmemiş bir Mini Cooper’la sahaya girmesinin ardından iyiden iyiye arttı. İkramlık baklavalar, porsiyon porsiyon dönerler; sulanmak için tarlasından koparılıp getirilen ekinler ve “protokol bileti” süsü verilmiş deste deste paralar olmayan arabanın olmayan bagajından sağa sola saçıldı.





Fenerbahçe taraftarı sesini yükselterek bağırmaya başladı o esnada; çünkü ekinlerin çürük, dönerlerin bayat ve paraların sahte olduğu çabuk fark edilmişti. İlk yarı biterken sahadaki eksiklere rağmen yüreklerde maç sonuna dair “umut” vardı.





Fakat son gelişmeler üzerine Marcus Berk; 2. yarının hemen başında yayıncı kuruluşa yazılı bildiriyle “Çekmeyin kardeşim” dedi. Saha dışarısındakilere sunulması gerekenler sunulmuştu çünkü; bu noktadan sonra duyacaklarıyla kafaları karışabilir; hakem camiasına olan güvenlerini yitirebilirlerdi. “Kirli” propagandalarla başlayan maç yayını, tam zamanında kesilmişti.





O dakikalarda, Fenerbahçe’nin Avrupa takviminin gelip çatması nedeniyle karşılaşmaya ara verilmesi gerekiyordu, olmadı. “Gidemezsin” dedi Federasyon temsilcisi; “Dur bakalım, daha buradaki maçı kazanmadın.” Oysa ki henüz kaybedilmemişti bile; kaybedilmiş muamelesi yapıldı; sahadan çıkıp ülkeyi terk eden 5 oyuncuya da engel olunamadı haliyle.





Ve tribünler boşaltıldı ardından; “Gidin evinize, sokun kafanızı yastığınızın altına.” Dendi Fenerbahçe taraftarına. Gitmedi evine taraftar; bu sefer stadın önünde birikti; kadınıyla, çocuğuyla, erkeğiyle, yaşlısı-genciyle sesini, desteğini kaldırımdan gönderdi.





Bir gariplik vardı Fenerbahçe taraftarında; karşılaşmada farklı şekilde yenik olmalarına rağmen umut had safhadaydı, Fenerium’lar yağmalanıyordu misâl; maddi manevi destek vardı. Galibiyet garantilenmişçesine coşku vardı; normal şartlarda görülemeyecek ne varsa, Fenerbahçe taraftarında o vardı.





Öyle ki; Fenerbahçe’nin maçı kaybetmesi ihtimalindeki maddi kayıpları düşünerek şahsî menfaatleri doğrultusunda hakemlerden tavırlarını yumuşatmalarını dahi bekleyenler oldu rakipler arasından. Fakat Fenerbahçe taraftarından böyle bir talep yoktu; rakiplere “Hakkınızla yenin yeter” diyorlardı. Panik yoktu, öfke vardı. Üzüntü yoktu, tepki vardı.





90. dakikaya kadar susmadı Fenerbahçe taraftarı; ve duraklama anları geldi çattı. Duraklamaların ne kadar olacağı, maçın daha ne kadar uzayacağı belirsiz. Sahaya konfeti atılıyor sürekli. Tam temizlendi derken atılıyor, tam temizlendi derken atılıyor; 2006’daki gibi.





Ve yarın; 91. günde, Fenerbahçe - İ.B.B maçına gelecek olanlar unutmasın; her zamankinden farklıyız bu sefer, her zamankinden şiddetliyiz. 90+1. dakikada tepkileri doruğa ulaştırıp; maç bitiminde de staddan ayrılmadan devam ettireceğiz. Giy çubuklu’nu gel stada; unutma 12 Numara, sensiz 1 kişi eksiğiz..





Onur İNAL





#sanasozyinebaharlargelecek





27 Eylül 2011 Salı

Bilica'nın Sorunu El'inde Değil

Sevgili Fabio;

Bakma “sevgili” dediğime, adetten diye söyledim. Seni sevdiğim falan yok, sevmeyeceğim de. 3 Temmuz’dan bu yana içinde bulunduğumuz esaretin günlerini nasıl sayıyorsam; senin Fenerbahçe formasını giydiğin günleri de aynı şekilde sayar haldeyim neredeyse.

Peki neydi beni ve birçok taraftarı senden nefret ettiren?

Çok yavaşsın öncelikle; Usain Bolt ol demedik tabi de yavaşsın işte. Ama sorun bu değil. Sen Fenerbahçe’de oynayan ilk yavaş stoper değilsin; son da olmayacaksın haliyle.

Saçma bir özgüvenin var. Hani o rövaşataların falan; rakibe bu nedenle kaptırdığın ve kalemizde tehlike yaratan, zaman zaman gole sebep olan topların var. Ama sorun bu da değil; tek hata yapan sen değilsin. Selçuk Şahin meselâ; kızsak da sana söylediklerimizi söyledik mi hiç ona?

Beşiktaş maçında penaltı noktasını kazmanı da pek hoş karşılamamıştım. Beşiktaş’a haksızlık oldu falan diye de değil; bizi elalemin ağzına sakız ettin diye. Sadece kızmıştım ama; o da nefret düzeyindeki hissiyatlara sebebiyet vermedi benim açımdan. Yani; bu da değil asıl sorun.

Kayserispor maçındaki gereksiz hareketinden dem vursak; maçtan sonra tekrarını izlediğinde senin bile muhtemelen “yuh, öyle kafa topuna mı çıkılır, o eller ne?” dediğin pozisyon hani. 3 maçtır eline koz vermediklerimizin konuşmasını sağlaman da kızmamız için geçerli bir nedendi ancak sorun bu da değil.

Bizler hep birilerine kızdık, hala kızıyoruz; ileride de kızacağız. Hata olur, agresiflik olur, belki arada bir de olsa sorumsuzluk olur; ama bir şekilde saha içinde kalır. Sahada ne olursa olsun; “çubuklu”nun hatırına zamanla unutulur.

Ama Şubat 2011’de saha dışında karıştığın olay. Beşiktaş-Barbaros’ta ışıklarda çarptığın motorsikletli kurye; kazadır olur, herkesin başına gelir. Peki kaçmak neyin nesidir? Futbolculuğunu geçtim; paranı pulunu geçtim, yaptığın “insan” sıfatına ihanet değil midir? Allah korusun ya ağır olsaydı durumu; hastaneye zamanında yetiştirilemediği için kalıcı zararlara yol açsaydı bu mevzu? O adamın ailesine kim, nasıl anlatabilirdi bu durumu? Hadi diyelim ki işin hukuksal boyutu bir şekilde kapandı; peki sen aklayabildin mi vicdanını?

Bizler; Güiza’yı dahi sevgi gösterileriyle uğurladık. Bizler; “çubuklu” aşkına Tümer Metin’i bağrımıza bastık. Revivo denince aklımıza frikikleri gelir; Balic denince halen yüzümüz güler bizim. Ne olduysa sahada oldu, futbol adına oldu çünkü; “insanlık” olgusuna zarar getirmedi; yüzümüzü kızartmadı hiçbiri.

Velhasıl kelâm Fabio; sorunun el’inde değil senin. Performans meselesi değil, ağır olacak belki ama “karakter” meselesi kızgınlığımızın asıl sebebidir. Ve bu sadece senin hatan da değil; özeleştiri yapmak gerekirse önce seni göndermeyen yönetimin, sonra seni sahaya süren hoca’nın, son olarak da seni halen tribüne çağıran taraftarın, yani bizlerindir.

Son olarak; Alex De Souza gibi bir adamla nasıl aynı ülkenin vatandaşı olduğuna inanamadığım senin; geç de olsa hak ettiğin tepkileri görmen ve “çubuklu”yu taşımayı en kısa sürede bırakman dileğiyle..

Onur İNAL

#sanasozyinebaharlargelecek

26 Eylül 2011 Pazartesi

Siz Kim Oluyorsunuz?


Neler söylediler, neler yazdılar, ne yorumlar yaptılar. Tek tek hatırlatmaya gerek yok, süreci takip edenler bilir. Kızdık, tepki gösterdik, eylemler yaptık, karşı görüşler öne sürdük, bir şekilde kendimizi savunduk. Ve bir yere kadar her şeye “eyvallah” dedik.



Ancak bazı söylentiler var ki yenilir yutulur cinsten değil. Her türlü iftiraya bedel, türlü türlü pislikten beter. Fenerbahçe taraftarını derinden yaralayacak ve öfkesini kat kat arttıracak bu söylentiler yüksek sesle dillendiriliyor son günlerde. Çünkü ilk günlerden “The End” manşetleri atarak doğmamış çocuğa don biçenler; Suat Kılıç’ın kirveliğinde çocuğun sünnet düğününü de yaparak olayın mutlu sonunu da bağladılar kendilerine göre. Ve dediler ki;



“Fenerbahçe affedilecek.”



3 Temmuz’dan bugüne kadar;

* “Fenerbahçe şike yaptı” dediler.

* “Fenerbahçe teşvik primi gönderdi” dediler.

* Fenerbahçe Spor Kulübü Başkanı’nı cezaevine gönderdiler.

* “Emenike’nin para sayarken çekilmiş görüntüleri var” dediler.

* “Fenerbahçe, Sivasspor son maça rahat çıksın diye Sivas’ın rakiplerini de satın aldı” dediler.



Uzatmaya gerek yok, çoğunu siz de biliyorsunuz; dediler oğlu dediler. Hepsinin savunması yapılır, hepsine bir cevap verilir ki veriliyor da. Ama “Fenerbahçe affedilecek” muhabbeti neyin nesidir? Hangi aklıevvelin başının altından çıkmıştır? Aslı, astarı var mıdır?



Bizler hiçbir zaman körü körüne “masumuz” demedik. “Küme düşmeyelim” demedik. “Cezamız (-) puan cezası olsun, ligde kalalım” demedik. Kimseden “Af” talebinde bulunmadık, sadaka istemedik, başımızı öne eğmedik. Fenerbahçe taraftarının tavrını halen anlamayanlar olsa da hep “adalet” istedik. “Suçluysak düşürün, işler bu kadar rayından çıkmasın” dedik.



Ve şimdi birileri çıkmış diyor ki “Fenerbahçe affedilecek.” Kim affedecek, neye dayanarak affedecek, hangi sıfatla affedecek? Spor Bakanı’ysa hangi yasayla; federasyonsa hangi talimatnameyle?



Fenerbahçe’nin elinden kupası alınacak; puanı eksiltilecek, onuru zedelenecek. Aynı Fenerbahçe sırf birilerinin maddi kaygıları yüzünden küme düşürülmeyecek. Ardından böbürlene böbürlene “Fenerbahçe’yi affettik” denilecek. Ancak Fenerbahçe aklanmayacak, üzerinde aynı lekeyle Süper Lig’de devam edecek.



Peki şimdi bunu düşünen zekâ küplerine soruyorum; benim bildiğim büyükler küçükleri affeder; peki siz kim oluyorsunuz da Fenerbahçe’yi affediyorsunuz? Hangi kurum, hangi ünvan 104 yıllık Fenerbahçe Spor Kulübü’nün üstündedir? Fenerbahçe taraftarını ne zaman acz içinde gördünüz de bunu kabul edeceğimizi sandınız? En çok merak ettiğim konu da o kafaya nasıl ulaştınız.



Ben bir Fenerbahçe taraftarı olarak “Fenerbahçe küme düşsün” diyen;

Galatasaraylı’yı anlarım,

Trabzonsporlu’yu anlarım,

Beşiktaşlı’yı anlarım.



Kızsam da anlarım; özellikle Trabzonspor ve Beşiktaş da aynı davadan yargılandıkları halde kendilerine göre haklı sebepleri vardır; bir yere kadar anlarım. Hatta gerçekten suçluysak da aynı görüşü desteklerim.



Ancak İlhan Cavcav gibi tüccar zihniyetli başkanların; siyasi kaygı içinde olanların; yayıncı kuruluşun “Fenerbahçe affedilsin” zihniyetini desteklemem; destekleyen adama da Fenerbahçeli demem.



Ve son olarak Fenerbahçe Yönetim Kurulu’na ithafen;



Fenerbahçe taraftarları olarak defalarca söyledik; “Fenerbahçe’nin onurunu korumak adına alacağınız her türlü kararın arkasındayız; yeter ki bizler kadar dik durun” dedik. Bizler kadar dik durup duramadığınız özellikle 58. maddenin değiştirilmesine karşı alacağınız tavırla ve olası bir “af” durumuna göstereceğiniz tepkiyle belli olacak.



Kesinlikle konduramıyorum ancak olur da böyle pazarlıklara girerseniz; başımızı öne eğerseniz 86 gündür gösterdiğimiz tepkilerin kat be kat fazlasını sizlere de göstereceğimizden şüpheniz olmasın.



Ve asla unutmayın; sezon sonunda kupamızı alıp bizi küme düşürmemeleri durumunda takımı ligden siz çekmezseniz; biz çekeriz.



Onur İNAL


#sanasozyinebaharlargelecek


23 Eylül 2011 Cuma

Sivriservi'yi Bitiren Sisteme Neden Güvenelim?

Hakan Sivriservi; spor akademisi mezunu, eğitimci. Aynı zamanda Eskişehir bölgesi eski süper lig hakemlerinden; hatırlayanlar bilir.



6 Şubat 2010 tarihinde oynanan ve 0-0 eşitlikle sona eren Kayserispor – Galatasaray karşılaşmasının ardından geceye AKP’li Kayseri Belediye Başkanı ve Kayserispor Onursal Başkanı Mehmet Özhaseki’nin öfke dolu demeci damgasını vuruyor. Karşılaşmanın hakemi Tolga Özkalfa’yı oldukça ağır bir dille eleştiren Özhaseki’nin özellikle; “Önceki yıllarda Fenerbahçe maçında birisi hakkımızı yedi, düdüğünü astırdık” şeklindeki sözleri dikkat çekiyor.



Tarih 5 Nisan 2008; yer Fenerbahçe Şükrü Saracoğlu Stadı. Fenerbahçe ile Kayserispor arasındaki mücadelenin son dakikaları, skor tabelasında 1-1’lik eşitlik göze çarpıyor. 90. dakikaya girildiğinde orta hakem Hakan Sivriservi’nin işaretiyle birlikte 4. hakem duraklama dakikalarını gösteren tabelayı kaldırıyor. O dakikalarda Hakan Sivriservi bilmiyor ancak; tabelada görülen “5” rakamıyla aslında kendi sonunu hazırlıyor. Fenerbahçe; oyuna sonradan giren Semih Şentürk’ün 90+5. dakikada attığı golle karşılaşmadan 2-1’lik galibiyetle ayrılıyor ve bu durum Hakan Sivriservi için sonun başlangıcı değil, adeta sonun ta kendisi oluyor.



Hakan Sivriservi’ye o tarihten sonra geçerli bir sebep göstermeksizin herhangi bir karşılaşmada görev verilmiyor. Sivriservi, resmen yok sayılıyor.



Aradan yaklaşık 2 sene geçiyor; 6 Şubat 2010 tarihinde Mehmet Özhaseki’nin öfke dolu demecinden 6 gün sonra; 12 Şubat 2010 tarihinde Hakan Sivriservi düzenlediği basın toplantısıyla birlikte hakemlik yaşantısını noktaladığını açıklıyor ve ekliyor; “Özhaseki’nin bahsettiği hakem bendim.”



Yani açıkça anlaşıldığı üzere; Mehmet Özhaseki, Hakan Sivriservi’nin kariyerini bitiren kişidir. Ancak burada asıl sorulması gereken; bunu hangi ünvanla gerçekleştirdiğidir. Kayserispor Onursal Başkanı olarak Türkiye Futbol Federasyonu nezdinde mi; yoksa Kayseri Büyükşehir Belediye Başkanı olarak mensubu olduğu partinin olanaklarıyla mı?



İlk seçeneği değerlendirirsek; Kayserispor’un sportif açıdan lige kattığı değer ortada. Ancak mevcut sistemde bir hakemin kariyerini bitirecek derecede bir etkiye sahipler mi? Doğrudur ya da yanlıştır, işin o kısmında değilim ancak Fenerbahçe kalibresinde bir takımın yıllarca Selçuk Dereli’yi bitiremediği bir ligde; Kayserispor’un etkisi ne derece olabilir? Sizce Mehmet Özhaseki’nin siyasî kimliğinden tamamen soyutlanarak olaya bu derece müdahale etmesi mümkün müdür?



İkinci seçenek ise aynı zamanda iktidar partisinin belediye başkanı ünvanı taşıyan Özhaseki’nin konuya siyasî olanaklarıyla müdahale etmesi. Türkiye Futbol Federasyonu’ndan 2 sene boyunca konuyla ilgili herhangi bir açıklama yapılmaması; Sivriservi’nin meslekten ihraç edilmeyerek tabiri yerindeyse “süründürülmesi”; Özhaseki’nin şubat 2010’daki Galatasaray maçından sonra verdiği özgüven dolu demeç de adeta bunu doğrular nitelikte.



Şimdi; ben üzerinden bu kadar zaman geçmiş bir olayı neden hatırlatma gereği duydum? Biz; şike soruşturması sürecinde “Olaya hükümetin büyük ölçüde müdahalesi var” dediğimizde bizi uydurmakla, çamur atmakla, hedef saptırmakla itham edenler; Anti Fenerbahçe kimlikleri vicdan muhasebelerinin önüne geçenler; yazının geri kalanı sizler için.



Faruk Özak dedik; dinlemediniz. Wikileaks dedik, anlamadınız. Amerika Birleşik Devletleri’nin dahi kendisi hakkında yayınladığı belgeleri inkâr edemeyip özür dilemek zorunda kaldığı Wikileaks’i sakız markası zannedip bilgisizliğinizle birlikte nefret dolu yorumlar yaptınız. Mevcut hükümetle ilişkisi belgelerle kanıtlanmış olan Trabzonspor kulübü başkanının yurt dışı yasağının kaldırılmasını; Trabzonspor’un temizliğine yordunuz.



Şimdi soruyorum; bir belediye başkanı için bir hakemin kariyerini bitirenlerin; illegal olarak ilişkide oldukları kanıtlanan bir kulübe ayrıcalık gösterdiklerini savunmamızın neresi mantıksız?



Fenerbahçe tarafı tüm savunmasına rağmen “Suçluysak, cezamızı çekeriz” dediği halde aynı davadan yargılanan Sadri Şener neye dayanarak “Kupamızı verin” diyebiliyor; kendisinin bu rahatlığı nereden geliyor?



Ve rica ediyorum biri bana anlatsın; ben bir taraftar olarak bu kadar çarpık ilişkinin mevcut olduğu bir sistemin atadığı yargı mensuplarına nasıl, neden güveneyim?



Onur İNAL



#sanasozyinebaharlargelecek




22 Eylül 2011 Perşembe

Bari İçeride Rahat Dur Başkan!

Şike soruşturması başladığından bu yana en durgun dönemleri yaşadığımızı söyleyebiliriz. Özellikle son 1 aydır hemen hemen hiç kimsenin gözaltına alınmamış olması da bunun göstergesi. Ancak ligin ilk 3 haftasında ortaya çıkan sonuçlar yine hareketli günler yaşayabileceğimizin sinyalini veriyor.

Özellikle Aziz Yıldırım’ın tutuklanarak Metris cezaevine gönderilmesiyle birlikte bir kesime göre futbol şimdiden temizlendi. Cezaevinden saha içine müdahale etme şansı olmaması da bu sezon alınacak skorların güvenilir olacağının garantisiydi aynı kesime göre. Fenerbahçe artık şike yapmaya cesaret edemeyeceği için lige seri yenilgilerle başlayacak; teşvik primi veremeyeceği için de ezeli rakipleri şahane futbollarının karşılığını hak ettikleri puanlarla alacaktı. Teoride her şey güzeldi, futbolumuz temizleniyordu sonunda. Ancak pratikte sıkıntılar baş gösterdi.

Çünkü ilk 3 haftada;

Gökhan’sız, Emre’siz, zaman zaman Mehmet’siz Fenerbahçe; seyircisiz Orduspor, deplasmanda Gaziantepspor ve son dakikada attığı net golün verilmediği Manisaspor karşılaşmalarından 7 puan;

Temiz futbolun ebedî ve ezelî savunucusu Galatasaray 4 puan;

Örtülü ödenekten aldığı paranın muhasebe kaydını tutmayarak taraflı tarafsız herkesten alkış alan; Barcelona’nın Türkiye resmî temsilcisi Trabzonspor 2 puan topladı.

Ayrıca Uefa tarafından 2011 yılının “sempati güzeli” seçilen Beşiktaş; oynadığı 2 karşılaşmadan topladığı 5 puanın 2’sini federasyona iade ederek altın değerindeki 3 puanı hanesine yazdırdı.

İşte bu tablo, soruşturmada yeni dalgalara şahit olabileceğimizin habercisi adeta. Çünkü 104 yıllık tarihi boyunca oynadığı maçların 18’de 17’sini şike yaparak kazanan Fenerbahçe’nin temiz bir ligde böyle sonuçlar alması imkânsız. Belli ki Aziz Yıldırım cezaevinde de rahat durmuyor. Rakip takımdan oyuncu bağlamanın, teşvik primi göndermenin daha ilk haftalardan suyunu çıkarmış durumda. Özellikle Trabzonspor’un rakipleri söz konusu primler sayesinde daha hırslı mücadele ediyor ve yerli Barcelona’nın seyir zevki veren futbolunun meyvesini almasına müsaade etmiyor.

Sadece karşılaşmalara müdahale etse iyi; futbolun “yönetim” mekanizmasını da etkiliyor. Galatasaray ve Beşiktaş’a ortalama 90; Trabzonspor ve Bursaspor’a ise 84 saatte bir maç oynatan programı bizzat kendisi belirliyor. Ortalama 66 saatte bir maç oynayan Fenerbahçe ise rakiplerini önceden bağladığı için haliyle sıkıntı yaşamıyor.

Tabi bütün bunları yaparken tedbiri elden bırakmıyor, İ.B.B maçında rakibine arkadan kafa atan Felipe Melo’ya ceza verilmemesini sağlayarak dikkatleri başka yöne çekiyor.

Sadece yeni sezonda yaptıklarıyla değil; geçen sezondan kalan şifreleriyle de Fenerbahçe’ye avantaj sağlamaya devam ediyor. “Tarlalar sulandı mı?” şifresine istinaden maç öncesi zemini ıslatılan stadlar ve maçlardan sonra dönercide buluşup 3 porsiyon yerine 1 porsiyon döner yiyen futbolcular, ayrıca elden ele dolaşan ve içerisinde binlerce Japon yeni bulunduğuna dair söylentiler bulunan çantalar teknik takipte ele geçen ilginç detayların sadece bir kısmını oluşturuyor.

Tüm bunların yanında Aziz Yıldırım’ın mektuplarındaki gizli şifrelerle taraftarları tehdit ettiği iddiaları da mevcut. Söz konusu mektuplarda; yürüyüşler düzenleyip olayları protesto etmezlerse, seyircisiz oynanan karşılaşmalarda stadın önündeki kaldırımları doldurmazlarsa stadı Toki’ye satacağını ima ettiği belirtiliyor. Fenerbahçe taraftarı da eli mahkûm, sürekli bir şeyleri protesto eder görüntüsü veriyor.

Velhasıl kelâm, Türk futbolunu temizlemek için Aziz Yıldırım’ı cezaevine göndermek yetmiyor. Tecrit koşulları uygulanmadığı için kendisi halen futbol adına tehdit oluşturmaya devam ediyor. Minik kürek takımına moral vermek için sabaha karşı 05:30’larda Dereağzı’na gitmek; son maçta kaybedilen şampiyonluktan sonra dahi futbolculara moral vermek gibi eylemleriyle kulüp içerisinde âdeta bir korku imparatorluğu yaratan Aziz Yıldırım; alınan tüm önlemlere rağmen futboldan arındırılamıyor. Ve bizler, bu olayların bir an önce son bulması konusunda yetkili birimlere gözümüz kapalı güveniyoruz.

Son olarak; vakt-i zamanında 3 güzide kulübümüzün açtığı ortak pankartta yazan sloganla Aziz Yıldırım’a seslenmek istiyorum.

“El değmemiş, temiz bir lig istiyoruz.”

Bari İçeride Rahat Dur Başkan!

Onur İNAL

Dipnot: Bu yazı; soruşturmanın başından bu yana belki de isimleri en az anılan Cemil Turan ve Tamer Yelkovan'a ithafen yazılmıştır; tüm Fenerbahçeli'lerden Metris'e selam olsun.

#sanasozyinebaharlargelecek


19 Eylül 2011 Pazartesi

Anamı Da Alıp Geliyorum!

20 Eylül Salı günü bir başka güzel olacak mabed. Ablalarımız, annelerimiz, belki kız arkadaşlarımız ve minik kardeşlerimiz tribünlerde; bizler ise stadın önündeki kaldırımlarda destekleyeceğiz sarı-lâci’yi.

Sahaya girmek yanlıştı belki ancak kimseye saldırmadı Fenerbahçe taraftarı, hele ki lig maçının iptaline çıkardığı olaylarla sebep olmadı. Buna rağmen siyasal ağırlıklı kaygılarla iptal edilen cezalara rağmen diretti federasyon konu Fenerbahçe ­olunca. “Cezanızı çekeceksiniz” dedi, Orduspor maçında seyircisiz bıraksalar da, taraftarsız bırakamadılar Fenerbahçe’yi.

Ardından cezanın bize işlemediğini anladılar. Öyle ya, sadece sahadaki futbolcular değil; ekran başındakiler de duydu sesimizi. Ve bir süredir hazırladıkları kuralı yürürlüğe koydular. Belki de yine Fenerbahçe’nin destekten mahrum kalacağını sandılar. Ancak Dişi Kanarya faktörünü atladılar, ofsaytı çoğu erkekten iyi bilen kız arkadaşlarımızı unuttular.

Şimdi 12 Numara için yine görev vakti, Normal zamanlarda maça gelenler haricinde Saraçoğlu atmosferini bilmeyen yakınlarınızı teşvik edin, gelsinler. Annemi getireceğim ben de, siz de getirin. Anlasınlar tutkumuzun nedenini. Fenerbahçe’de cinsiyet ayrımı olmadığını, mevzu bahis “destek” olunca Dişi Kanaryalar’ın bizleri aratmayacağını bir kere daha ele güne göstermenin tam sırasıdır. Hangi takımın “Dişi” taraftarlarına formanın daha çok yakıştığını, görsel ve manevi güzelliklerin nasıl harmanlandığını bir kere daha öğretmenin zamanıdır şimdi.

Ve Orduspor maçında kaldırımda göremediklerimiz, işi-okulu vs. olmayıp da İstanbul içinde olanlar, her zaman izlersiniz maçı, olmadı özetiyle yetiniverin. Salı günü yine kaldırımları tribüne çevirelim. O desteğin yarattığı huzurun tarifi yok, taraftar olarak sınır tanımamış, cezaları boşa çıkarmış, takımının mağduriyetini en aza indirgemiş olmanın gururu başka hiçbir şeyde yok.

Orduspor maçında bizzat yaşamış biri olarak söylüyorum;

Cristiano Ronaldo 94 milyon avro;
Maç dönüşü görevini yapmış olmanın verdiği rahatlıkla vapurda yorgunluk atmak “paha biçilemez.”
  
Onur İNAL

#sanasozyinebaharlargelecek

17 Eylül 2011 Cumartesi

Hayırlı İşler

Bu fotoğrafa iyi bakın. Bu fotoğrafı iyi analiz edin, atlanacak türden değil, basit bir detay değil çünkü. Bu, çoğunuzun zannettiği gibi; “Ne var canım, bir Türk takımının Avrupa zaferi kutlanıyor işte.” şeklinde yorumlanabilecek bir fotoğraf değil.



Bu fotoğraf; sizlere 2 aydır yer yer örnekler göstererek de olsa daha çok teorik olarak anlattığımız “Taraflı medya”nın pratiğe dökülmüş halidir; en somut kanıtıdır.




Bu fotoğraf; yıllardır “temiz futbol savunuculuğu” adı altında sürekli Fenerbahçe’ye sallayan Erman Toroğlu’nun maskesinin düştüğü anın fotoğrafıdır.



Bu fotoğraf; hakkındaki şike iddiaları halen ispat edilememiş Fenerbahçe Başkanı’nı ekranlarda “suçlu” ilân eden Toroğlu’nun; şike iddiasıyla yargılanan Trabzonspor Başkanı’yla kurduğu çarpık ilişkinin gözler önüne serilmesidir.


Pişkinlik kavramının ete kemiğe bürünmüş halidir; ülkede “gerçek anlamda” temiz futbol isteyen kesimle ayan beyan dalga geçmektir.


Olayları tarafsız gözle izlemeyi başarabilen herkes; temiz futbol istediğini sürekli belirten Erman Toroğlu’nun, şike suçlamasıyla yargılanan biriyle zafer pozu vermesini sorgulamalıdır. Madem amaçları Fenerbahçe’ye saldırmak değil, temiz futbol; Fenerbahçe’yle aynı davadan yargılanan bir camiayla nasıl bu kadar içli dışlı olunabilir; birisi bunu açıklamalıdır.



Ve halen Erman Toroğlu’nu savunabilecek türde zihniyetler varsa eğer; o fotoğrafın çekildiği anda yapılan röportajdaki bir soruya da dikkat etmelidir. Erman Toroğlu; 2010-2011 sezonunun şampiyonu kim Türkiye'de?” şeklinde sorduğu soruyla yine açıkça bir kesimi tahrik etmiş; yine show peşinde koştuğunu kanıtlamıştır. Konuyla tamamen ilgisiz bir karşılaşmadan sonra sorulan bu soru açıkça tahriktir, dahası ucuzluktur.



Ve süreç biraz daha normale döndüğünde vereceğimiz hukukî ve demokratik çerçevedeki tepkilerle; bizleri böylesine tahrik edenlerin, ekranlarda bu kadar ucuzlaşanların da medyadan temizleneceği zamanlar gelecektir.



Son olarak şunu da belirtmeliyim; fotoğrafta verdikleri poz; sanıldığının aksine o akşam sahada aldıkları galibiyetin değil, kirli kulislere girerek ve ekranlardan saldırarak Fenerbahçe’nin kuyusunu kazanların masa başında “şimdilik” kazandıkları zaferin pozudur.



Ancak kimse unutmasın, her gecenin bir sabahı vardır. “Sana söz yine baharlar gelecek” diye haykırıyorsak vardır bir bildiğimiz.



Onur İNAL


#sanasozyinebaharlargelecek


http://twitter.com/#!/pikuee

16 Eylül 2011 Cuma

Tayfur'u Satanlar Yine Şaşırtmadı

Bu yazı; istisnalar ayrı tutularak Beşiktaş taraftarının büyük bir çoğunluğu için yazılmıştır.

***

15 Eylül 2011 Cuma; Beşiktaş – Maccabi Tel Aviv karşılaşması; Beşiktaş tribünlerinde “Beşiktaş’ın çocuğu Serdal Adalı, Beşiktaş’ın çocuğu Tayfur Havutçu” sesleri. Yine aynı Beşiktaş tribünlerinden Aziz Yıldırım’a küfür, kıyamet. Şaşırdık mı? Tabi ki hayır.

Çoğu Fenerbahçeli; Aziz Yıldırım’a edilen küfürler nedeniyle çileden çıktı, ancak burada gösterilmesi gereken tepki “kızgınlık” değil. Yani olay burada sadece “Beşiktaş küfür etti, kızdık.” çerçevesinde değerlendirilip basite indirgenmemelidir. Çünkü Beşiktaş tribünleri, dün akşam oynanan karşılaşmada ne kadar acınacak halde olduğunu bir kere daha göstermiştir.

Şimdi lafı eğip bükmeden Beşiktaş taraftarlarının yukarıda yazdığım eylemleri gerçekleştiren bölümüne soralım.

* Tayfur Havutçu ve Serdar Adalı’ya, sırf spor kamuoyuna sevimli görünmek için “Aklanın da gelin” diyen, yani kendi teknik direktörünü ve yöneticisini “satan” siz değil misiniz?

* Teknik direktörünüzü ve yöneticinizi sattığınız halde; bizim kendi camiamızın insanlarını sahiplenmemizi sindiremeyen; bizim kadar dik duramadığınız, omurgalı olamadığınız için sürekli saldıran siz değil misiniz?

 * Tayfur’un suçsuzluğuna bizim kadar bile inanmadığınız halde; kendi teknik direktörü ve yöneticisi “şike” suçlamasıyla tutuklu yargılanan bir camianın fertleri olarak; Fenerbahçe’ye “şikeci” yaftası yapıştıracak kadar cahil olan siz değil misiniz?

* Kulübünüzün kupa iadesiyle övünen; ancak kupanın sağladığı Avrupa kontenjanını reddedemeyerek göstermelik hareketlerle prim yaptığınızı belli eden siz değil misiniz?

* Forzabesiktas.com’un girişinde Trabzonspor’u tebrik edip aklı sıra show yapan; 2 gün sonra Havutçu ve Adalı tutuklanınca ele güne rezil olan siz değil misiniz?

* Kendi forumlarınızda kendinizle çelişen, özellikle de Tayfur Havutçu’yu “sattığınız” için içten içe pişmanlık duyan siz değil misiniz?

Şimdi görüyoruz ki pişmanlığınız tavan yapmış; Havutçu ve Adalı’yı yüksek sesle desteklemişsiniz. Peki 2 aydır aklınız neredeydi? Hani aklanmadan desteklemeyecektiniz? Henüz aklanmamış oldukları halde verdiğiniz desteğin adı “kıvırmak” değil midir?

Bu soruların hepsinin cevapları bizde var, peki siz bu acınası halinizi kendinize itiraf edebiliyor musunuz? Senelerdir Fenerbahçe’nin şampiyonluk yarışına girdiği her rakibine sırf Fenerbahçe tökezlesin diye takımı yenilsin isteyen bir taraftar grubu olarak; Fenerbahçe taraftarına nasıl dil uzatabiliyorsunuz? Dün sattığınız adamları bugün desteklemekten hiç rahatsızlık duymuyor musunuz? Tayfur Havutçu’nun masumiyetine sizden fazla inanan bir camianın başkanına, küfür etmekten utanmıyor musunuz?

Sizin, en alakasız durumlarda bile bize ettiğiniz küfürler, aşağılık komplekslerinizin net bir şekilde dışa vurumudur. Kendi camiasını desteklemekten aciz olan sizler; Fenerbahçe’ye dil uzatacak kalibrede adamlar değilsiniz. Kendinize her zaman “İsyankâr” imajı verdiğiniz halde, özellikle son iki ayda pasifliği tavan yapmış; başka bir deyişle ipliği pazara çıkmış bir topluluksunuz. Yazının başında da söyledik ya, acınacak haldesiniz.

Sahi; cezaevinden çıktığında Tayfur’un yüzüne nasıl bakacaksınız?

Onur İNAL

#sanasozyinebaharlargelecek

http://twitter.com/#!/pikuee

15 Eylül 2011 Perşembe

Tıp Fakültesi Kaç Senedir?

İhmal mi diyelim, yoksa kasıt mı arayalım? Ne yapalım şimdi biz? Gökhan Gönül meselesinde, hesap mı soralım yoksa serzenişte bulunmakla mı yetinelim, ne yapalım?

Olayı bilmeyenler için değinmekte fayda var. Hatırlarsınız; Gökhan Gönül, Werder Bremen’le oynanan hazırlık karşılaşmasında kaburga bölgesinden sakatlandı. Kontrollerde söz konusu bölgede yumuşak doku zedelenmesi tespit edildi ve bu yönde tedavisine başlandı. Ardından milli takım kampına katılan Gökhan; aynı bölgeye aldığı darbe sonucunda katıldığı antrenmanı tamamlayamadı ve sakatlığının ciddi olduğunun görülmesi üzerine aday kadrodan çıkarıldı.


Buraya kadar işleyiş normal. Sıkıntı, sakatlığa teşhis konulması ve bilgilendirme aşamasında beliriyor. Milli takımın sağlık ekibi sakatlığı “söz konusu bölgede yumuşak dokuda ezilme ve kanama; kaburga kemiğinde de ödem mevcudiyeti” şeklinde teşhis ediyor. Dahası durum Gökhan Gönül’e ve Türkiye Futbol Federasyonu’nun resmî internet sitesinden kamuoyuna bu şekilde açıklanıyor. Oyuncunun Fenerbahçe Spor Kulübü’ndeki tedavisine de aynı teşhisle devam ediliyor. Ta ki Gökhan, 14 Eylül Çarşamba günü yapılan kontrolde kaburga bölgesinde batma hissi olduğunu söyleyene kadar..

Ardından kulüp doktoru Ertuğrul Karanlık; milli takım sağlık heyetinden Gökhan’a ait olan MR raporunu talep ediyor. Ve raporu incelediğinde gerçek ortaya çıkıyor; “kırık.”

Yani; rapor aynı rapor, farklı bir darbe almış olması ya da kulübün ayrı bir MR çektirmesi durumu söz konusu değil. Acıbadem Hastanesi’nde MR çekiliyor; rapor milli takım sağlık ekibine sunuluyor, ancak nedense raporda tıbbî terimlere uygun olarak belirtilen kırık durumu “yumuşak doku zedelenmesi ve ödem” şeklinde aktarılarak yanlış tedavi yöntemi uygulanması sağlanıyor.

Bana göre bu durumun 3 farklı açıklaması olabilir;

1.si ihmâl; yani rapor yeterli şekilde incelenmeden bilgi verildi.

2.si yetersizlik; raporda “Sağda 10. Kot posterior lateralinde kemik medüllada ve paraosteal yumuşak dokuda ödem mevcuttur. Bulgu non-deplase fraktür ile uyumludur” şeklinde belirtilen bölüm; milli takımın sağlık heyeti tarafından görüldü fakat “kırık” durumunun kastedildiği anlaşılamadı.

3.sü ise kasıt; ki bunun için geçerli bir neden bulamıyorum. Renklerin her daim üzerinde yer alan “insan sağlığı” kavramının yok sayılması için gerçekten bir neden bulamıyorum.

Ve soruyorum;

Her 3 ihtimalde de kızmakta, eleştirmekte, tepki göstermekte haksız mıyız?

Allah korusun Gökhan’ın durumu sırf bu ihmâl nedenle kötüye giderse bunun hesabını kim verecek?

Yine aynı ihtimalde; söz konusu durum Gökhan’a, ailesine, Fenerbahçe Spor Kulübüne ve bizlere nasıl izah edilecek?

Sorumluluklarını yerine getirmeyenler yüzünden uygulanan yanlış tedavinin sakatlık sürecine ve derecesine etkileri neler olacak?

Türkiye Futbol Federasyonu bu konuda üzerine düşen maddî&manevî yükümlülükleri ne derece yerine getirecek?

Bu duruma sebebiyet veren sağlık ekibine yönelik en basitinden bir “ihtar” görebilecek miyiz yoksa sadece “Pardon” mu denilecek?

Sorular bu şekilde uzayıp gidebilir; ancak umarım iyileşme süreci fazla uzamaz ve bu ihmâl daha kötü durumlara neden olmaz.

Ve son olarak şunu merak ediyorum;

Raporu inceleyen ancak kırığı es geçen her kimse; 6 senelik tıp fakültesini 2 senede açıktan mı bitirmiş?

Onur İNAL


#sanasozyinebaharlargelecek


12 Eylül 2011 Pazartesi

Son Şampiyon Sahaya Çıkıyor


72 gün oldu.



Kötüsüyle, acısıyla, esaretiyle, linciyle, yargısız infazıyla, iftirasıyla, iki yüzlüsüyle dolu dolu 72 gün.



Bu geride bıraktığımız 71 günde, Fenerbahçe’nin;



Başkanı cezaevine gönderildi, başını Ergenekon savcısı kesilen Baransu ve Kütahyalı’ların çektiği bir basın ordusu tarafından emekleri sistematik şekilde linç edilmek istendi; “video görüntüleri var” denilerek oyuncularına iftiralar atıldı ve ülkeden kaçması sağlandı, “şikeye karıştı, ifadeye çağırılacak” denilerek kaptanına dil uzatıldı, tüm bu iddialara rağmen küme düşürülemediği gibi Şampiyonlar Ligi hakkı gasp edildi.



Dar ağaçları kuruldu, sehpalar hazırlandı. Henüz yargı süreci bile başlamamışken ilmek boynuna geçirildi.



Buna karşılık biz Fenerbahçe taraftarları olayları izlemekle yetinmedik, meydanlarda, caddelerde, Fenerium’larda maddi manevi kulübümüzü destekledik. Yeri geldi biber gazı yedik, yeri geldi biriktirdiğimiz parayla “çubuklu”muzu  alarak ele güne burada olduğumuzu gösterdik.



Ve bunun karşılığında tek bir şey istedik. “Adalet.” Bizler; ilk günden itibaren “suçluysak düşürün, ancak soruşturmadaki gariplikleri göz ardı etmeyin” dedik. Emenike’ye atılan iftiraları, savcının sözlerini, 2006-Denizli, 2010-Trabzon facialarını, emniyetten nasıl sızdığı belli olmayan belgeleri ve Wikileaks belgelerinde kanıtlanan Trabzonspor-Hükümet ilişkisini unutmayın, adlî yargıdan önce vicdanî yargılamalarınızı yaparken bunları da görün dedik.



Ve çıktığımız dar ağacında, sehpayı yine kendimiz tekmelemek istedik, “Madem Şampiyonlar Ligi’ne gidemeyecek kadar kirliyiz, düşürün bizi.” Dedik. Maddi çıkarlarınız üstün geldi, müsaade etmediniz. Eğer aklanırsak Avrupa’ya göndermeyerek bizim, suçluysak da düşürmeyerek Türk futbolunun senelerini çaldınız.



Ve 72. günde, kim ne derse desin, hangi satın alınmış kalem ne yazarsa yazsın; bu akşam; son şampiyon sahaya çıkıyor. Hem de 11 güne 2’si deplasman tam 4 maç koyan; bizi cezalarla sindireceğini zanneden federasyonun sandığının aksine seyircisiz değil; sloganlarını hayata geçiren; “kaldırımları tribün yapmaya” gelen binlerce taraftarıyla, her şeye inat geçen seneden kalma coşkusuyla;



Son şampiyon sahaya çıkıyor.



Rastgele..



Onur İNAL

#sanasozyinebaharlargelecek


10 Eylül 2011 Cumartesi

Bu Ülkede Ufuk'lar Oldukça..


Beşiktaş ve Bursaspor arasında yıllardır süregelen gerginlik malumunuz. Olayları özetlemeye, gerginliğin çıkış noktasını anlatmaya gerek yok, bilen biliyor. Ve bu oldukça şiddetli devam eden rekabetin son perdesi, 2011 yılının Mayıs ayında sahnelendi. Bursa’da meydana gelen olaylar nedeniyle, Bursaspor – Beşiktaş karşılaşması henüz oynanmadan iptal edildi.



Bunun üzerine hatırlayacağınız gibi federasyon, Bursaspor seyircisine 3 karşılaşma için deplasman yasağı getirdi; ayrıca Bursaspor’un sahasında oynayacağı 5 maçın da tarafsız sahada seyircisiz oynanmasına karar verdi. Ardından Bursaspor’un yaptığı itirazı değerlendiren Tahkim kurulu, söz konusu cezayı 6 maça çıkarttı.



Buraya kadar herhangi bir problem yok, hatta “Döner Bıçaklarıyla Dalalım Abi” isimli yazımda cezayı hafif bulduğumu da nedenleriyle birlikte belirtmiştim. Bursaspor, totalde 6 maç seyircisiz oynama cezasını kapsayan karşılaşmalardan birini geçen sezon oynadı. Ve sıkıntı buradan sonra cereyan ediyor; geriye kalan 5 maçlık ceza, Türkiye Futbol Federasyonu tarafından 24 Ağustos 2011 tarihinde iptal edildi. Konu ile ilgili sportif eleştirilerimi söz konusu yazıda dile getirmiştim.



İşin adlî kısmına gelince; olaylara karışanlar, polis de dahil birçok insanın yaralanmasına neden olanlar serbest bırakıldı. Tutuklanan 28 kişiden, 12’si Perşembe, 16’sı ise Cuma günü tahliye edildi. Serbest kalanlar, aileleri ve arkadaşları tarafından coşkuyla karşılandı.



O coşkuyla karşılananlar arasından medyada en dikkat çeken isim ise; sizin de gördüğünüz gibi olay günü çekilen fotoğrafta elinde pala ile görüntülenen Ufuk Erden oldu. Arkadaşları, fotoğrafta görülen palalı cengâveri “Hepimiz Ufuk’uz” sloganlarıyla karşıladılar.



Ve şimdi serbest kalan Ufuk’lar, ve kendileri gibi olan arkadaşları yeniden tribünlerde olacak, yine canları sıkıldığında ellerindeki alet-edavata ya da sayıca çokluklarına güvenip millete delikanlılık taslayacak. Ve biz de, Nisan 2011 tarihinde yürürlüğe giren şiddet yasası, tribünlerden bu tür magandaları temizleyecek diye sevineceğiz.




Ufuk’lar cezalarını çekmeyecek, serbest kaldıklarında “Hepimiz Ufuk’uz” sloganlarıyla karşılanacak, ve sporumuz temizlenecek. Kimse kusura bakmasın ancak bu ülkenin spor faaliyetlerinden şiddeti temizlemek için ilk yapılması gereken Ufuk’ları toplumdan temizleyip “adam” etmektir.




Çünkü bu ülkede Ufuk’lar oldukça; şiddet de bitmez, iptal edilen maçların da sonu gelmez. Ve Fenerbahçeli'lerin Efes'li oyunculara saldırması, Galatasaraylı'ların çocuk yaştaki futbolcuları darp etmesi, Beşiktaşlı'ların Kadıköy'e gelirken metrobüs duraklarına zarar vermesi gibi daha çok rezillik izleriz.



Gönül verdiği renkler, tuttuğu takım hangisi olursa olsun; tüm Ufuk'ların önce spordan, sonra toplumdan temizlenmeleri dileğiyle..



Saygılarımla.



Onur İNAL



Merak edenler varsa; “Döner Bıçaklarıyla Dalalım Abi” http://my.sporx.com/blog/?action=read&id=7646






#sanasozyinebaharlargelecek




9 Eylül 2011 Cuma

Bir Tek Bunu Mu Bilmiyordu?


Başlamadan önce; bu yazının amacı Ahmet Çakar’ı övmek ya da yermek değildir.




Kim olduğunu, neler söylediğini, sivri demeçlerini hepimiz biliyoruz. Ancak Twitter’da yazdıklarıyla son günlerin en çok konuşulan isimlerinden biri olmayı başardı Ahmet Çakar. Detaya girmeye gerek yok, o da farklı bir yazı konusu olsun ancak özetle; Galatasaray’ın 1993 yılında Şampiyonlar Ligi elemesinde karşılaştığı Manchester United’ı İstanbul’daki karşılaşmada şike yaparak elediğini iddia etmişti.



Yine aynı Ahmet Çakar, Türk futbolunun 40 yıldır pislik içinde yüzdüğünü, hatta 2000-2006 arasındaki yılların şu an içinde bulunduğumuz süreçten daha “kirli” olduğunu yazmıştı.



Şimdi, Ahmet Çakar’ı severiz ya da sevmeyiz. Kendi adıma ikisini de net olarak söyleyemem ancak hepimizin kabul etmesi gereken bir gerçek var. Kendisi çok uzun zamandır futbolun içinde, bu konudaki bağlantıları çok sağlam ve kulağı da hayli delik. Bir nevi Türk futbolunun kara kutularından.




Son günlerde aklıma takılan konu şu ki; Ahmet Çakar şike soruşturmasında Fenerbahçe’yi, Aziz Yıldırım’ı suçlarken sürekli olarak emniyetten sızdırılan “tape”lere, yani delillere göre konuşuyor. “Okuduğum tapelerden anladığım kadarıyla Aziz Yıldırım bu işe bulaşmış” diyor. Normalde kendisinin bu tavrını eleştirirdim, eleştiriyorum da ancak konu o değil. Konu, Ahmet Çakar’ın da bu süreci teknik takip dosyalarından takip ediyor olması, bir başka deyişle 3 temmuzdan önce kendisinin de olaydan haberdar olmaması.



Yani Galatasaray’ın Şampiyonlar Ligi maçı için öne sürdüğü iddialarda isim, yer, zaman verebilen, şahit gösterebilen; aynı şekilde “40 yıldır Türk futbolu pislik içinde, özellikle 2000-2006 yılları arası daha kirliydi” diyebilen; hakemlik ve yorumculukla geçirdiği yıllar içerisinde edindiği sayısız bağlantı sayesinde futbolda dönen tüm pisliklere neredeyse birebir şahit olan Ahmet Çakar’ın, bu süreçten haberi yok.



10 aydır emniyet teknik takip yaparken, iddia edildiği üzere ortada tonla manipüle edilen maç, bağlanan oyuncu ve bir o kadar da kirli işler dönerken bunların hiçbirisi o “her şeyi bilen” Ahmet Çakar’ın kulağına bile gitmemiş. O da herkes gibi olayı 3 Temmuz günü öğrenmiş, davayı herkes gibi savcılık delilleri üzerinden takip ediyor, yorumlarını kendi bağlantıları üzerinden değil, elindeki “sızdırılan” verilere göre yapıyor.



Şimdi soruyorum; sizce böyle bir şey ne kadar mümkün? Yani Türk futbolunun içinde geçirdiği yıllar boyunca bağlantıları sayesinde her türlü “kirli” oyuna bir şekilde şahit olan, her konuda bazı duyumlar alan Ahmet Çakar’ın 10 aylık süreçte olup bitenleri atlaması, en ufak bir şekilde konuya vakıf olamaması mümkün mü?



Katıldığı programlarda olayları kendi duyumlarıyla anlatmak, “Benim o dönemde de kulağıma bazı şeyler gelmişti, demek ki doğruymuş” demek yerine diğer yorumcular gibi değerlendirme yapması mümkün mü?



Gerçek ya da yalan, bir şekilde Avrupa Kupası maçlarında olup bitenler, gazetelere-televizyonlara yansımayan olaylar hakkında dahi konuşabilen Ahmet Çakar’ın, bu olay hakkında 3 Temmuz öncesi kendi edindiği verileri kullanarak bir fikir öne sürememesi mümkün mü?



Kısacası; kendi iddialarına göre her şeyi bilen Ahmet Çakar’ın, bu olayları bilmemesi mümkün mü?



Eğer cevabınız “Hayır” ise bu durumda 2 ihtimal beliriyor; 1.si Ahmet Çakar son 40 yılda meydana gelen çoğu olayı bildiği gibi bunu da biliyordu, ancak sustu ve şu anda da dışarıdan izliyormuş gibi görünüyor. 2. ihtimal ise şike soruşturmasının düzmece olduğu. Yani Fenerbahçe taraftarının 2 aydır dillendirdiği gibi görüşme kayıtlarının istendiği gibi kesilerek, aralarından cımbızla cümleler seçilerek “şike varmış” görüntüsünün verildiği.



Bu fikir bende neden oluştu? Tekrarlıyorum, Fenerbahçe taraftarının Ahmet Çakar hakkındaki görüşleri masumiyet karinesini ihlâl etmesinden dolayı değişmeyecek, siz de seversiniz ya da sevmezsiniz. Ancak aylarca çok sayıda maçın manipüle edildiğinin, oyuncuların bağlandığının iddia edildiği bir sürece Ahmet Çakar uzak kalmış olamaz.



Eğer Ahmet Çakar’ın en azından kulağına bir şeyler gitmemişse, ortada şike diye bir durum yoktur. Benim bildiğim Ahmet Çakar; “Okuduğum tapelere göre” diye konuşmaz; direkt olarak “Şu kişiden duymuştum, Fenerbahçe’nin şike yaptığını biliyordum” der.



Bizzat karışmıştır demiyorum; ancak bu ülkede o tip işler ondan habersiz olmaz.



Saygılarımla.



Onur İnal


#sanasozyinebaharlargelecek



3 Eylül 2011 Cumartesi

Federasyon Asıl Şimdi Köşeye Sıkıştı

24 Ağustos Çarşamba akşamında bu yana yaşanan Şampiyonlar Ligi karmaşası malum. Aslında pek de karmaşık bir yanı kalmamıştı bugüne kadar. Fenerbahçe men edilmiş ve men edilen Fenerbahçe’nin yerine de Trabzonspor Şampiyonlar Ligi’ne dahil edilmişti.

Fenerbahçe cephesinden gelen “Trabzonspor da şikeyle yargılanıyor; başkanının yurtdışı yasağı var.” Şeklindeki itirazlar da olayın hemen ertesi gününde Sadri Şener’in yurt dışına çıkış yasağı apar topar kaldırılarak geçersiz kılındı. Yani Trabzonspor “Çekirdek Seyircileri” isimli yazımda bahsettiğim “tarafsız kamuoyu”nun gözünde bir kademe daha aklanmış oldu.

Tabi bu olay için akla gelen sorulara da Trabzonspor cephesinden “Avukatlar yasağa itirazı 3-4 gün önceden yapmıştı” şeklinde gelen yanıt kimleri tatmin etti bilemiyorum. Ancak Şampiyonlar Ligi kontenjanında yapılan değişiklik, ertesi gün yurtdışı yasağının kalkması, yasağın tarihinin eski oluşuna rağmen yasağa yapılan itirazın Şampiyonlar Ligi kurasından hemen önce yapılması filmlerde dahi eşine ender rastlanan müthiş bir tesadüfler zinciri.

Neyse, konuyu dağıtmadan yazı başlığında belirttiğimiz meseleye gelelim. Trabzonspor'un katılacağının netleşmesiyle karmaşa bitti demiştik; ancak Bursaspor, UEFA’ya Şampiyonlar Ligi’ne katılmak için başvuru yaptı. Gerekçesi de Trabzonspor yöneticilerinin de şike soruşturması kapsamında yargılanıyor olmasıydı. Neticede Fenerbahçe de; yöneticileri yargılandığı için men edilmişti.

Şimdi gelelim tabir yerindeyse zurnanın “zırt” dediği yere. UEFA; Şampiyonlar Ligi’ne Fenerbahçe’nin yerine Trabzonspor’u kağıt üzerinde kendisi almadığı, yani Karar Türkiye Futbol Federasyonu’na ait olduğu için Bursaspor’a “Kendi federasyonunuza başvurun.” yanıtını verdi. Ve Bursaspor da cuma günü haliyle bu konuda federasyona başvurusunu yaptı.



Bu yazı yayınlandığı esnada muhtemelen henüz karar çıkmamış olacak. Muhtemelen çoğumuzun tahmini benimkiyle aynıdır; ben de ortak tahminimizi dillendirmiş olayım burada.

Türkiye Futbol Federasyonu; hiçbir yöneticisi şike soruşturmasında yargılanmayan Bursaspor’un; başkanı şikeden yargılanmakta olan Trabzonspor’un yerine Şampiyonlar Ligi’ne katılma talebini reddedecek.

Fakat bu reddin gerekçesi ne olacak, acaba mantıklı bir gerekçe öne sürülebilecek mi, ya da bir şekilde Bursaspor’un talebi geri mi çektirilecek; bu soruların cevabını ciddi anlamda merak ediyorum.

Mevzu şike yapılması ya da yapılmaması değil; olayın siyasî boyutunun olup olmamasıdır. Hükümet – Trabzonspor ilişkisini defalarca yazdık, anlamayanlar için yine yazarız. Basında haliyle hak ettiği kadar ses getirmedi ancak Bursaspor’un mantıken haklı olarak bulunduğu bu talebin reddedilmesi durumunda işin siyasî boyutu biraz daha netleşecektir.

Velhasıl kelâm, Türkiye Futbol Federasyonu Bursaspor’un bu hamlesiyle ciddi anlamda köşeye sıkışmıştır. Pek umudum olmasa da basının talebe cevap geldikten sonra bu konuya gerekli ilgiyi göstermesi ve konunun kamuoyu vicdanında yeterli derecede değerlendirilmesini sağlaması dileğiyle;

Saygılarımla..

Onur İNAL

#sanasozyinebaharlargelecek

1 Eylül 2011 Perşembe

Çekirdek Seyircileri

Bu yazı; Anti Fenerbahçeli kesim için değil; olaylara objektif bakma potansiyeli bulunduğu halde sadece basının dayatmalarıyla yorum yapanlar için yazılmıştır. Oldukça uzun olup, sonunu getirebilmeniz sabrınıza bağlıdır. Okuyanlara şimdiden teşekkürler.



Birilerinin telefonları 10 ay boyunca dinleniyor; aralarında Fenerbahçe, Beşiktaş ve Trabzonspor’un oynadığı karşılaşmaların da bulunduğu 19 maçta şike yapıldığı ve teşvik primi verildiği tespit ediliyor. Ve her nedense suçüstü yapılmıyor.

22 Mayıs 2011; Fenerbahçe Spor Toto Süper Lig’de 18. Şampiyonluğunu ilân ediyor. Trabzonspor averajla 2. olurken, Beşiktaş sezonu Türkiye Kupasını kazanarak tamamlıyor.

23 Mayıs 2011; savcı soruşturma için düğmeye basmıyor.

Mayıs ayı bitiyor; savcı soruşturma emrini halen vermiş değil.

Haziran ayından da 10 gün geçiyor; savcıda halen “tık” yok.

11 Haziran tarihinde 2011 yılı genel seçimleri yapılıyor; Trabzon halkının lig şampiyonluğunun kaybı nedeniyle öfke kustuğu AKP; trabzon’dan %60 ; Türkiye genelinde ise %50 oy toplayarak seçimi lider tamamlıyor.

Haziran ayı da bitiyor; savcıdan halen bir hareket gelmiyor.

3 Temmuz günü; savcı deyim yerindeyse “düğmeye basıyor.”

Ve o andan itibaren stadlardan sonra; evlerde de “çekirdek seyircisi” dönemi başlıyor. Stadlardaki çekirdek seyircisi nasıl bağırmıyor, takımına destek vermiyor, sadece çekirdek yiyip maç izliyorsa; evlerdeki çekirdek seyircisi de olayları sorgulamıyor, mantık çerçevesinde değerlendirmiyor. Sadece televizyonun, gazetelerin kendisine dayattığını alıyor, süzgeçten geçirmeden kabulleniyor.

Çekirdek seyircisi; bu soruşturmanın neden seçim sonrasında yapıldığını kendisine sormuyor; güçler ayrılığı ilkesine göre bağımsız olması gereken yargı mensubu olan bir savcının; kimlerden aldığı direktifle soruşturmayı seçim tarihinin sonrasına ertelediğini sorgulamıyor.

3 Temmuz 2011’den itibaren; Fenerbahçe şike ile suçlanıyor. Aziz Yıldırım ve Şekip Mosturoğlu başta olmak üzere spor camiasından önemli isimler Sporda Şiddet Ve Düzensizliğin Önlenmesi’ne yönelik yasa kapsamında gözaltına alınıyor; çekirdek seyircisi “Fenerbahçe şike yapmış” diyor. “Yahu bu adamlar değil miydi bu yasayı çıkartmak için en çok mücadele edenler?” diye sormak, yalnızca birkaç ay öncesini hatırlamak zahmetine girmiyor. Çünkü televizyonda “Fenerbahçe şike yaptı” temalı haberler izliyor; gazetelerdeki “The End” ve türevi manşetler onu ve onun gibilerini kolaylıkla yönlendirebiliyor.

Emmanuel Emenike gözaltına alınıyor. Bir takım gazetelerde “Emenike’nin şike parası sayarken çekilmiş videosu var” şeklinde haberler çıkıyor. Ardından Emenike’nin suçsuz olduğu anlaşılarak serbest bırakılıyor. Ancak çekirdek seyircisi bunu görmeyerek gazetede okuduğu haberler üzerine yorum yapıyor; bu da karşımıza şu günlerde dahi Emenike’ye çamur atabilen zihniyetler çıkarıyor. Azıcık mantıklı bakarak, “Yahu bu adam bir şey yapsa en azından yurt dışı yasağı olurdu, Moskova’ya nasıl gitti?” şeklindeki bir soruyu kendisine soramıyor.

Sivasspor kalecisi Korcan Çelikay’ın, şike yapması karşılığında araba aldığını, arabanın kız kardeşinin adına kaydettirildiği haberleri çıkıyor. Olayları yeterince araştırmadan önyargıyla karar vermeyi seven “çekirdek seyircisi”, Korcan Çelikay’ın kız kardeşinin olmadığı detayını öğrenme zahmetinde bile bulunmuyor. Ağabeyi İlhan Çelikay’ın “6 aydır kardeşime araba bulmak için Ankara’da dolaşmadığım galeri kalmadı, son 3 gün menajeriyle bu konuda yaptığım görüşmeyi dosyaya koymuşlar” şeklindeki ifadelerinden haberi dahi olmuyor. Şike yapacak olan kalecinin, kasti olarak hatalı gol yemeyeceği gerçeğini idrak edemiyor olması ise vahim. Çünkü dedik ya bir kere, adı üzerinde, çekirdek seyircisi. Zahmete girmek yok, sunulanla yetiniyor.

İnternet ortamında klasör klasör sorgu kaydı dağıtılıyor. “Fenerbahçe’yi küme düşürün” diyebilecek kadar bu işlerle ilgilenen çekirdek seyircisi, zahmet edip de o dosyalardan edinerek kendi objektif değerlendirmesini yapmıyor. Ki bunu yapsa Korcan Çelikay ile menajerinin yaptığı telefon görüşmelerini de görür. Bunlardan birinde menajerinin söylediği “Hocayla konuştum, Hakan’ın durumuna göre getirebiliriz, sen ameliyatını hallet tatilini yap” şeklindeki ifadeyi okur. Bu sayede söz konusu görüşmede bahsi geçen hocanın Tayfur Havutçu, Hakan adlı şahsın Hakan Arıkan olduğunu; dolayısıyla bu görüşmenin Korcan’ın Beşiktaş’a geri dönüş durumunu değerlendirmek amacıyla yapılmış olduğunu rahatlıkla anlayabilir. Ve muhtemelen futbolla ilgilenen herkesin rahatlıkla çözebileceği bu diyalogdan nasıl şike tespiti yapılabildiğini de sorgular. Ama bunların hiç birine gerek yok, “O” sadece Fenerbahçe’nin küme düşmesini istiyor.

Sorgu kaydı demişken; söz konusu kitle, medyada çıkan kısımları görüyor ve buna göre değerlendirme yapıyor. Ancak bu belgelerin özellikle sızdırılmış olduğunu atlıyor. Kendisi gibi olayları olduğu gibi kabullenen, irdelemeyen insanlardan oluşan Fenerbahçe aleyhtarı bir kamuoyu yaratılmak istendiğinin farkında bile değil. “Emniyet, neden işi gücü bırakmış Fenerbahçe hakkındaki belgeleri çarşaf çarşaf servis ediyor” sorusunu da soramıyor.

Faik Işık; haftalardır gizli saklı değil, ayan beyan televizyon kanallarına çıkarak “10 aylık dinlemede Aziz Yıldırım’ın sözlerinden kaydedilenlerin arasından cımbızla seçmişler, dosyaya eklemişler, konuşmaların tamamını bize göstermiyorlar” diyor. Alenen yargıyı ve emniyeti suçluyor, yalan söylemesi durumunda suç işlemiş olacağını en iyi o biliyor. Ancak savcıdan ısrarla tekrarlanan bu sözler üzerine hiçbir açıklama gelmiyor.

Fotospor Gazetesine röportaj veren İlhan Çelikay, ertesi gün apar topar gözaltına alınıyor. Ayrıca soruşturma başlayalı haftalar olmasına rağmen gayet dağınık bir yöntem izleniyor ve gözaltılar nedense şüpheli isimlerin kaçma ihtimaline rağmen dalga dalga geliyor.

Ergenekon-Balyoz süreçleriyle ünlenen; 3 Temmuz tarihinden önce; boş bir arsada yürürken bir futbol topu bulsalar önce uzun süre ne olduğu hakkında tartışıp, ardından polisi arayarak bomba ihbarında bulunması muhtemel 2 zat; Mehmet Baransu ve Rasim Ozan Kütahyalı; bir anda spor programlarında boy göstermeye başlıyor.

Trabzonspor-Gaziantepspor maçı öncesinde bir bakan, Gaziantep’e giderek Gaziantepspor yöneticilerine stad sözü veriyor.

Karabükspor kalecisi Tomic; kendilerine herhangi bir fayda sağlamayacak olmasına rağmen Fenerbahçe maçının uzatma anlarında köşe vuruşu kullanılırken Fenerbahçe ceza sahasında gol arıyor.

Fenerbahçe Spor Kulübü’nün 3 Temmuz’dan bu yana düşüşte olan hisseleri, federasyonun akşam saatlerinde bekleme kararını açıkladığı 15 Ağustos tarihinde gün içerisinde aniden yükselişe geçiyor.

Aklı başında Galatasaray, Beşiktaş taraftarlarının dahi “adam gibi adam” olduğunu bildiği Alex De Souza hakkında şikeye bulaştığına yönelik yayınlar yapılıyor.

Soruşturmanın başından itibaren gelen talepler reddedildiği halde, savcı hakkındaki iddiaların tavan yaptığı dönemde bir anda yayın yasağı kararı alınıyor.

Fakat ne yazık ki bunların hiçbirisi söz konusu kitle tarafından sorgulanmıyor.

Bu arada, tüm bunlar olurken diğer tarafta da terör eylemleri artıyor; ancak şehit sayısının arttığı zamanlarda bu tür haberler dikkat çekebiliyor. Deniz Feneri soruşturmasının Türkiye ayağı başlıyor, şike soruşturmasında dikkatler savcıya yönelene kadar alınmayan yayın yasağı kararı; Deniz Feneri dosyası için apar topar çıkarılıyor. Ardından, soruşturmayı yürüten savcılar görevden alınıyor.

Ve yine ne yazık ki; bunlar da toplumun önemli bir kesiminin dikkatini çekmiyor. Çünkü medyanın büyük bölümü işine geldiği şekilde kamuoyuna şike soruşturmasını sunuyor; ve bununla yetinen kesim arka planda neler olduğunu araştırmıyor.

Buraya kadar okuyan var mıdır, bilmiyorum. Yazıyı toparlamadan önce bir not; takip edenler bilir. HSYK savcı hakkındaki şikayetlere istinaden müfettiş görevlendiriyor. Bu arada Fenerbahçe’nin federasyon kararıyla Şampiyonlar Ligi’nden men edilişinin ertesi gününde Sadri Şener’in yurt dışına çıkış yasağı kaldırılıyor.

Ancak nedense, savcıyı soruşturan müfettişleri ve Sadri Şener’in yurtdışına çıkış yasağını kaldıran hakimi atayan kurumun HSYK olduğu; söz konusu HSYK’yı 12 Eylül referandumu sonrası yapılandıran hükümetle, Amerika’nın dahi inkâr edemeyip özür dilemek zorunda kaldığı Wikileaks belgelerinde Trabzonspor’a örtülü ödenekten para aktardığı ispatlanan hükümetin aynı hükümet olduğu gerçeği göz ardı ediliyor.

Yani özetle; “Kimi kime şikâyet ediyorsun kardeşim?” demek kimsenin aklına gelmiyor.

Tekrar belirtmekte fayda var; bu yazı “Anti Fenerbahçeliler” için değil; olayları objektif açıdan değerlendirme potansiyeli bulunan, ancak araştırmayan, irdelemeyen, televizyon ve gazetelerin kendisine dayattıklarıyla yetinenler için yazılmıştır. Bu kişilerin bir kısmı, temel besin maddesi makarna ve en sık kullandığı yakacak kömür olanlarla aynı kişilerdir. Ve bu kişiler, maalesef toplumun hiç de küçümsenemeyecek bir kesimini oluşturuyor.

Çekirdek seyircilerinin sadece stadyumlarda değil, her alanda hızla azalmaları dileğiyle..

Saygılarımla.

Onur İnal


#sanasozyinebaharlargelecek

http://twitter.com/#!/pikuee